22 Aralık 2020

Takvimin, tarihin bir önemi yok aslında. Neyi beklediğini unutacak kadar beklediğin ve sonunda bekleyecek bir şeyin kalmadığını  fark ettiğin an, işte en uzun gece o zaman yaşanıyor.

21 Aralık 2020

Kendini gözlemlemeye, kendini tanımaya başlayınca doğru olan her şey gerçekleşmeye başlar ve öte yandan ‘düş’ün bir parçası olmayan yararsız, boş ve yıkıcı olan her şey de çözülüp yok olmaya başlar.
Düş’ü ve içindeki düşleyeni hatırladığında bir tür ayırt etme duygusu yükselir, böylece neleri yapıp neleri yapamayacağını kesinlikle bilirsin.

20 Aralık 2020

"Kimsenin birbirine acımadığı, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve umutsuz bir dünyada’’ yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama sürekli yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız. Ama, kendimizi ve birbirimizi tanımaya gayret etmekten başka çıkar yolumuz da yok."

Kendimizle olan derdimiz önemlidir ama. Filmler ya da kitaplar dünyayı değiştirmiyor çünkü; filmi seyrettikten, kitabı okuduktan sonra duyguları harekete geçerek dönüşen insanlar değiştirebiliyor. Bu yüzden ‘’kendimizi değiştirmeden dünyayı değiştiremeyiz’’ ve bu yüzden ‘’ne söylediğimiz’’ kadar önemli olan bir başka husus da, ‘’nasıl söylediğimiz’’dir. 

17 Aralık 2020

Yalnızlığın coğrafi bölgelere göre bile bir önemi var. Mesela; Ege'de bir sahil kasabasındaki buhran ile iç Anadolu'daki Bozkır'da aynı olabilir mi?

“Kimseyle hiçbir konuda yarış halinde değilim. Kimseden akıllı, kimseden güzel, kimseden iyi olma gibi bir iddiam yok. Kimse için en değilim. Daha değilim. Bu devasa iddiasızlığın bana verdiği özgürlüğün hastasıyım.”
İnsanlar mutlu olmak için evleniyor ve yine aynı hakikate ulaşabilmek için ayrılık kararı alabiliyor.
Bu durumu ise başarısızlık, değersizlik, yetersizlik olarak gören büyük bir kitle de alkış tutuyor.

13 Aralık 2020

Gökyüzünden bize der ki, durmasın kavgamın çarkı
Sen ağlama anacığım, çoğalırız türkü türkü
Başı dimdik yürüyordu, ölümüne gülüyordu
Halkım unutmasın beni, mutlak gelirim diyordu
Ankara adı kara, bu yara başka yara
On yedi yaşındaydı,  kıyılır mı Erdal’a

06 Aralık 2020

Derinliğin ve kayboluşun bir fotoğrafını resmet deselerdi, Anadolu'nun insan eli değmemiş en büyük bölgelerinden biri olan Tuz Gölünün uçsuz bucaksız ovasını resmederdim.

Gündüzleri güneşten, geceleri soğuktan kavrulan bu uçsuz bucaksız topraklara su, tuz ve çamur can veriyor.



Bazen olmuyor, hatta o kadar güzel olmuyor ki ancak bu kadar güzel olmayabilirdi diyorsun.

Ah Muhsin Ünlü

02 Aralık 2020

Dünyadaki mutsuzlukların büyük bir kısmı, hayal kuramamak ve gelecekte kendimize bir yer bulamamaktan geçiyordu.

29 Kasım 2020

İnsanın her geriye düşüşü, her kaybedişi, yeni başlangıçların temeli esasında. Kendimizi dünyanın merkez odağına koyduğumuz gün, ben de varım dediğimiz zaman iç huzura bir  adım daha yaklaşıyoruz demektir. Dünyanın merkezi deyince, insanlardan soyutlanmak yada ben yarattım maneviyatı değil kastettiğim. Bu ahir yaşam da ben de bir iz bırakıp göçtüm demek.

24 Kasım 2020

Daha yükseği amaçlayan ve o yoldaki ilerleyişe kendisini kusursuzca ‘adayan’ bir insan, dağları yerinden oynatabilir, görünüşte içinden çıkılamaz durumlara çözüm bulabilir ve zorlukları daha üst seviyedeki durumlara dönüştürebilir.

Oluş seviyeni yükselt. Daha yükseği hedef al.

Düşleme sanatının, inanma ve yaratma sanatının olanaksızı olanaklı hale ve sonunda da kaçınılmaz olana dönüştürebilme kapasitesi olduğunu anlayacaksın.

Bu, bütünlüğünü sağlaman için birinci koşul.

Neye inanırsan inan hepsi bilmece
Çözmeyi unuturlar sıra sana gelince
Biri yapmış bir resim ona benzeyeceksin
Çizgilerden taşarsan pek sevilmezsin
Kahveyi bile saat yönünde karıştırırken
Kravatını düzeltirsin emrini yudumlarken

Ve yaşarsın, yaşadığını sanırsın
Tamam böyle kalsın...

22 Kasım 2020

Diplomanın en kötü yanı, öğrenmenin bittiği yanılgısını yaşatması. Oysa insan son nefesine kadar öğrenmeli.

15 Kasım 2020

Bazen de insan kendisini yaşamda üstlendiği rollerle kimliklendirir: “ben sanatçıyım”, “ben yöneticiyim”gibi. Bu roller de aslında hep geçicidir. Böyle olunca kişi gerçek olanın arayışına gireceğine, görüntüler dünyasının gelip geçiciliğinde savrulur gider.

09 Kasım 2020

Bugün telefon rehberimden tam 27 kişi sildim. Bunlar arasında en çok dikkatimi çekenlerden 2'si vefat etmiş kişilerdi. Bir şekilde onların numaralarını silmek, onları kalbimden sileceğim demekti sanki. O yüzden bu kadar bekletmiştim. Ama şimdi görüyorum ki onları kalbimden silmem mümkün değil. Her gün isimlerini görmesem bile orda durmaları hayatımda belki de hiç anlamlandıramadığım acı enerjilerin bir kısmının sebebi olabilir diye düşündüm. O yüzden numaralarını sildim. Ama kendilerini değil elbette.

30 Ekim 2020

Onu bir erkek öldürmedi, onu öldüren bu sosyal düzendi.
kadınların hayattaki amacının aşk olduğunu dayatan düzen.
Hava atmalık bir aşk. Öyle bir aşk ki uğruna ölünür gibi görünen, ruhumuza işleyen o lanet formül.
Acı veren gerçek aşkın gerçek aşk olduğu hissi. Bizi üzen, kızdıran, kafamızı kurcalayıp bizi darmadağın eden aşkın.
Bu hayatta iki tip ilişki vardır. En iyiyi yapmak için çabalamaya sevk eden ve bizi yok eden.
Biri bize huzur verir, biri huzuru alır götürür.
Neden sürekli yanlış seçimi yaptığımızı aklım almıyor. Neden bizi darmadağın eden ilişkiyi seçiyoruz?
Ama toplum ve klişeler bizi o kaosa sürüklüyor. Acının eğlenceli olduğunu öğretiyor ama değil. Yanlış. Acı sapkındır, heyecanlıdır ama acıdır işte.
Tekrar sevmeyi öğrenmeliyiz. Görevimiz budur.

25 Ekim 2020

Göğe salıncak kuralım.
İpleri masum hayallerden,
Oturunca uçacak.
Sallayalım gitsin bir yerlerden.
Gelir mi kaybettiğim çocukluğum geri?
Uzansam tutabilir miyim kaybettiğim evvelimi?

23 Ekim 2020

Yeni güne uyandığında dünyayı değiştirebilecek küçücükte olsa bir adım atabilirsin. Ancak geçmiş için yapabilecek bir santimlik adımın yoktur. Geçmişin maneviyatında takılıp kalmak her yeni güne biraz acı biraz da kederle başlamak demektir. 

Soğuk rüzgarı arkana al, hızını kesme ve arkana dönüp bakma.

20 Ekim 2020

Dar Ayakkabı…

O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler. Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde. Tek ayakkabı yapan dükkanında ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresini çizdi. O ayağımın çizildiği karton benim ayakkabı numaramdı. Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum. Babamın anlattığına göre ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı. Kapının her çalınışında koştum. Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, siyah-bağcıklı. O gün onları giymedim. Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim yeni ayakkabılarımı. Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum. Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım. Uyku girmedi gözüme. Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda sandalyede oturuyordum ben. Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı. Ama bunu babama söylemedim. O ‘Sıkıyor mu? ‘ diye sordukça ‘Hayır’ yanıtını veriyordum. ‘Dar, ayağımı acıtıyor’ desem, geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı. O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım, topalladım. Soranlara ‘Dizimi vurdum’ dedim, ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim.

Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir.

Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş…

Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre,

Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…

Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.

Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.

Canınız yanar.

Topallaya topallaya gidersiniz.

Sonradan öğrendim yaşamın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu…

19 Ekim 2020


“Yazı bilmem
Yazarım yazı bilmem
Bu yaz böyle geçti
Gelecek yazı bilmem…” demişti."

16 Ekim 2020

“Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. Eğer yaşadığım çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse; eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa; eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa; eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım?”

12 Ekim 2020

 "Araya biraz zaman, zamanla biraz boşluk girdi mi, kaldığın yerden devam edemezsin."

04 Ekim 2020

Bir kaşif olsaydım eğer, "Evliya Çelebi" gibi olurdum. Arabamla tüm Asya, Avrupa ve Afrika'ya iner dünyayı tavaf ederdim.

Benim kutsalım da bu gezegen.

Şiirlere, öykülere ve güzel düşlere inanan biriyim. Düş kurmadan bir hayat geçer mi? Hayat her ne kadar ezici bir şekilde baskı kursa da üzerimde, güçlü olmaya, tüm bu baskılara ve kirli dünyaya rağmen içimdeki yaşam ışığını söndürmemeye gayret ediyorum. Bu sayede çevremdeki soğuk maskeli insanların sıcak, sevgi dolu kalplerini görebiliyorum. Bazen içime kapansam da "umut" her daim var. Zira içimdeki dünya dışarıdakinden çok daha güzel olsa da kabuğumdan çıkıp kalabalıklara karışmam gerekiyor. 

Çünkü hayat yaşamak için var. Kimse için değil ya da birileri öyle diyor diye değil. Sadece kendim için.

 “Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur. Can da, inci de, mercan da..”

Velhasıl ziyan olduk.

02 Ekim 2020

Taze Taze
Dondurma kutusu üstünde
Üç kırmızı çiçek
Canımın içi kadar sıcak
Dilediğim kadar kırmızı
Özlediğim kadar gerçek.
Dondurma kutusu üstünde yaz gelmiş meğer
Neler getirdi kim bilir neler
Neler götürecek.

01 Ekim 2020

 İnsanoğlu toprağın tuzudur.

Anılar ile biriken tüm duygular ölene dek bizimle yaşar. Anılarımızın içeriği, belirli bir duyguya dönüştüğünde ifade etme şeklimize göre ileriye dönük ket vurabiliriz. Bu genelde hayal kırıklığına dönüştüğünde gerçekleşir. Gelecekten korkan kişi ise olabildiğince geçmişiyle yaşar. 

“Mutsuzluklar hayatımızı sardığında, derinden değişiriz; farklı duygulanımsal özelliklerine karşın mutsuzluğun olası imgeleri olabilen hüznün, kaygının, umutsuzluğun, depresyonun karanlık göllerine dalarız. Ancak yitirilmiş mutluluklara duyulan özlemden, bir zamanlar yaşanmış olup da artık ulaşılmaz olmuş duygulanım yağmurundan, kırılmış umutlardan ve imgelerden yıpranmış bir bilinçten, yitirilene yeniden sahip olmaya yönelik imkansız arzudan kaynaklanan mutsuzluklar da vardır. Yitirilmiş mutluluğun bilgisine sahip olmasaydık mutsuz olmazdık; zira, hayatında mutluluğu deneyimlemiş insan, daima mutlu olmak ister ve böyle olmadığında umudunu yitirir.” 

26 Eylül 2020

"Her şeyden önce kendini sevmen lazım. Kendini kabul edip taşıyor olabilmen lazım. Yoksa "aşık oldum" dediğin şey iyi geçirirmiş birkaç zaman, öğrenilmiş birkaç çaresizlik, yanlış bildiklerinin yanılsaması, falan..."

24 Eylül 2020

 “Anladım ki her şey, her olay, her yaşantı, kaçışı ve kurtuluşu olmayan bir biçimde şu ânın içindeydi ve her bireye özgü bireysellikleriyle, ne olması gerekiyorsa oydu ve böyle olduğu için de tanrısal bir özgünlük ve güce sahipti.”

20 Eylül 2020

Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler yapacak, bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Hep ben yorulmak istemiyorumdur. İnancımı yeniden kazanmaya ihtiyacım vardır. Beni bana geri vermek istiyorumdur.

11 Eylül 2020

"Hafıza dediğimiz şey kilitli odalar gibidir. O odalar sadece geçmişe değil başlangıca kadar uzanır. Her şeyin en başına, belki de başlangıç şimdi-dedir."

02 Eylül 2020

İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
Kendin dışında birini mutlu edebilmek, daha insancıl olabilir fakat daha güçtür. İnsan sosyal bir canlıdır. En temel hakkı mutlu etmek ve edilmek değil midir?
Kişinin bir başkasına yardım etmesi, bireyi yüceltir, yükseltir. Dünyada hayatın en önemli bir anlamı varsa o da sevmekten geçer. Üstelik karşılıksız olanı makbuldür.

23 Ağustos 2020

Yerin altında ağaçları birbirine bağlayan, iletişim kurmalarını ve ormanın tek bir organizma gibi davranmasını sağlayan sonsuz biyolojik patikaların olduğu bambaşka bir dünya var. Ormanlar da insan aileleri gibi.
Bir ağacın, kendisinden metrelerce uzaktaki başka ağaçlarla bağlantı kurmasını sağlayan ve tıpkı bir otoyol gibi uzanan bu ağ sistemi, hem maddeleri hem de iletişim sinyallerini ulaştırmayı mümkün kılıyor. Bu sistem sayesinde, gövdeleri ve dalları son derece büyük yetişkin ağaçlar, yeni fidanlara karbon desteği gönderiyorlar.
Üstelik, kuraklık ya da gölgede kalmak gibi herhangi bir sebeple daha da fazla karbona gereksinim duyan fidanların yardımına yine bu yetişkin ağaçlar yetişiyorlar. Yani ağaçlar bir aile gibi davranıyor ve zor durumda kalan bir başka ağaca yardım ediyorlar.

16 Ağustos 2020

"Aşk, insanı mutlu eder. Orada bir bakış vardır, bir şeyler hissedersin kadının yüzüne bakınca... Onlar mühimdir. Bunu anlayan kaç kişi var? Bunu anlamak için insan olmak lazım, kütük olmamak lazım."

14 Ağustos 2020

İnsanın kendi içine konuştuğu ve kelimelerinin bittiği dönemde tükenmişlik sendromu da beraberine başlıyor.
Yeni güne uyandığında bir önceki günden farksız olduğunu hissettiği anda zaman kavramı da ortadan kalkıyor.

04 Ağustos 2020

“Biz kendimizi bir başka kimseye teslim etmeksizin sevemeyiz. Başka kimselerle karışmaktan kurtulup özgürlüğe sarıldığımızda, kendi şefkat ve adanmışlığımızdaki yetersizliğin, ki aslında otantik aşktaki yetersizliktir bu, acısıyla karşılaşırız.”
Bazı durumlar insanın kendine kabul ettiremediği gerçeklerden oluşuyor. Bunlardan biri de unutulacağını bile bile yaşamak. Bu durum yaşlandıkça insanın daha da zoruna gidiyor. Dünyanın hafızası her ne kadar güçlü desek bile ülkemizdeki karbon izlerimiz öyle değil. Bizi mutlu eden şeyleri de, üzen şeyleri de çok çabuk unutuyoruz. Bir kadının "sana güveniyorum" sözünün hiç kullanmak istemeyeceği günlere doğru ilerliyoruz. Kurduğumuz her temenni cümlesinin altı boş oldu artık. Coğrafyamızın güvensizliği, insanlığın birbirine olan inancı her geçen gün anlamını yitirmeye devam ediyor.

29 Temmuz 2020

Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

27 Temmuz 2020

"65 yaşıma geldim. Geçen doğum günümde yine bir dilek tuttum, çocuk gibi. Yine imkansız bir dilek tabi. Ne diledim biliyor musunuz? İyi bir insan olmayı."

23 Temmuz 2020

Hayatta yolunda gitmeyen çok şey var ve mükemmel kalacak tek şey sevdiğin kişiye bunu itiraf edebilmek.
Bu her zaman sonsuza kadar masum ve saf bir güzellikte kalacak. Fakat bunu denemediğin anda, ikinizin hayatından da çalmış olacaksın.

22 Temmuz 2020

Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne 
ne tan atışı doğumların sevincine 
ey bir elinde mezarcılar yaratan, 
bir elinde ebeler koşturan doğa 
bu seslenişimiz yalnızca sana 
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini 
bitmedi daha sürüyor o kavga 
ve sürecek 
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
“İnsanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor. Bu da nereye gidersek gidelim büyük bir dram yaratıyor. İnsanların birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz. “Seni seviyorum” demek bile korkutucu olabiliyor.”

15 Temmuz 2020

Yeni güne uyandığımız şu ahir dünyada her gün bir paradoksla baş başayız. Yağmur gibi akan yeni bilgi akışının içinde zaman zaman kayboluyoruz.
Kendimizi bile bulamadığımız bu evrende içsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Nesnel olan gerçeklik artmaya devam ettikçe, manevi hakikate olan inançlarımızda azalmaya devam ediyor.
“İnsan eğer bir eziyetle, sıkıntıyla karşılaşmışsa bunu kendine bizzat kendisi yapmıştır.”
Bugünler de tam da yaşadığım durum bu. Nefes almak, alamamak hiç bu kadar zor olmamıştı. Çaresizce geçmesini beklemek, bir iğne deliğinden geçen hava onca denemeden sonra üç saniyelik bir rahatlama... Bu durum bütün güne bedel.
Hayat kalitemizi arttıran teknoloji falan değil. Aldığımız oksijen kadar varız. Aldığımız oksijen kadar zenginiz.

10 Temmuz 2020

“Dünya kendi düşünü gören, başkalarının kendi alemlerinde, kendi hayalleriyle yaşadığının farkında olmayan milyarlarca insanla dolu.”

03 Temmuz 2020

Elimde kazma kürek; yıllar yılı toprağı kazdım, eledim, savurdum bir yana… Kazdığım toprakta geçmişin izini aradım. Bu yıkıntılar altında saklı kalan evvellerin gizini, kalıntısını, hatırasını zamanın… Bulabildiğim ne? Ulaşamadığım ne? Artık ayırt edemez oldum, derken, dönüp ardıma baktım. O an güneş yüzüme gülümsedi. Peşim sıra serip yaydığım toprak, bitek bir tarlaya dönmüştü..

02 Temmuz 2020

“sen, ben, yaşlı teyzeler, halsiz amcalar
bütün ülke şimdi
o uzak otelin
kâgir merdiveninde oturuyoruz.
ölüme beş dakikamız var
elimizde kırık bir süpürge sapı
ölü ozanlar dökülüyor
gözlerimizden
uğur kaynar
Metin Altıok 
bir de Behçet Aysan”

30 Haziran 2020

Endişelerimiz, kaygılarımız, aldığımız kilolar, daha da beyazlayan saçlarımız derken zaman su gibi akıp gidiyor. Elimizde avucumuzda şu sıralar görünmeyen bir virüsten başka bir şey kalmadı. İnsanlık artık geleceğini değil günlük hayatını kurtarmanın telaşesi içinde kısır bir döngüde kayboluyor. En çokta duygusal olanlarımız bu girdapta dibi zorluyor. "Kötü günleri geride bıraktık, sırada daha kötü günler bizleri bekliyor."

03 Haziran 2020

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için..

02 Haziran 2020

Aldığımız yeni yaşlar, kararlar derken ahir ömür akıp gidiyor avuçlarımızdan..
Şairin dediği; "yaş otuz beş yolun yarısı" dediği çizgideyim bugün!
Her nefes alamadığım da yalnızlık ve ölümü daha çok hissediyorum. Ölüm bazen ürpertici gelebiliyor. Nefesine nefes olan bir yoldaşın var ise biraz daha cesaretleniyorsun. Bu yüzden bazı yollar yalnız yürünmüyor. En azından yalnız eskimemek, eskitmemek gerekmiş.
Zamanın akıp gittiği ahir ömürden tam on iki bin yedi yüz yetmiş beş gün geçmiş. Varsa bir ödül alabilirim. 
Belki de seni güzel yapan, değerli kılan şeyin nasıl göründüğü ya da neler kattığı değil.
Sevginin, cesaretin içindeki enerjinin aktığına olan inancın senin hayata tutunmanı sağlıyor olması...
Hayatla arandaki bağ da bu şekilde kuruluyor.
Bağ kurmak; doğaya, insana ve hayallere...

31 Mayıs 2020

Bütün dert;
ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup,
bir arada yaşamaya dayanamamamızdır.

Oruç Aruoba


30 Mayıs 2020

aşk
kavganın içindedir
çünkü sen
içindesin kavganın
elmayı kokusundan
güvercini biçiminden soyutlamaktır
yaşamak denilen kavgayı
aşksız düşünmek

25 Mayıs 2020

Denizler bitti artık
Bütün yollar çıkmaza dayandı
Gerinemeyeceğin kadar daraldı gökyüzü
Bütün sevdaları tükettin
Sonun da sonundasın
Başkalarına değil kendine
Göster olağanüstü yürekliliğini
Son gösterinin tek seyircisi kendin ol
Bul bir umarını ki sen bulursun
Bırak kendini dipsiz doruksuz boşluğun kucağına

22 Mayıs 2020

“Sorumluluğun farkında olmak, kişinin kendi özünü, kaderini, hayat durumunu, duygularını ve hatta acı çekişini yarattığının farkında olmaktır. Böyle bir sorumluluğu kabul etmeyen, çektiği sıkıntı için başkalarını -başka insanları ya da başka güçleri- suçlamaya devam eden hasta için hiçbir terapi olası değildir.”

21 Mayıs 2020

yalın duvarın tuğla penceresinden bakıyorum 
boynun gözün ve perşembeler upuzun..

15 Mayıs 2020

ıslak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş….
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim…

11 Mayıs 2020

günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde 
doğar kaç milyon
kaçı yaşadım diyebilirdi
kaçı yaşadım diyebilecek
kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi
kaçı yiyebilecek
Eskiye takılıp duruyoruz. İyi anıları çabuk unutuyor, travmalarımızı ise bizimle mezara kadar götürüyoruz. Bu bozuk düzene zaman zaman başkaldırasım geliyor. En büyük devrik cümlelerimle küfürler saçmak istiyor, kalbimden taşasım geliyor.
“Soğuk nasıl kendini hissettirmek için çatlak bırakıyorsa ellerinde, yıllar da çatlaklar açıyor çatında, duvarında. Ha bir de, bazı sevgiler de çatlaklarla hissettiriyor kendini. Çatlakları onarmayı istemek sevginin şifacılığı. Şifacılık da her elden gelmez öyle, hatta hekim olmak da değildir şifacı olmak. Şifa; şifadır. Tedavi tıbbi.
En eski şeyler, asla içimizde eskimeyenlerdir, bundandır dünyaya yenilmek istemeyişim, yenilenmek ve yeni olmayı birbirinden ayırt etmeye çabam.
Ve o çabayı hep sezenler olur. “
Yeni bir hayata başlamak için hafızamızda yaşadığımız kötü anıları sildirmek gibi tıbbi olmayan yöntemler varmış. Peki bu anıların bedenimize verdiği izler! Onları nasıl sileriz?

07 Mayıs 2020

istanbul’un bir gecekondu mahallesinde, bahçeyi gören bir odadan dışarıyı seyrediyorum. dışarı çıksam, az öteden istanbul boğazını görebilirim. ama ben bir yataktayım. 40 kiloya düştüm. bacaklarımda, vücudumu taşıyacak kadar güç kalmadı. boğaz’ı şimdilik, sadece hayal edebiliyorum.
sahnedeyim. gitarım, en sevdiğim yıldız armalı askıyla boynuma asılı... karşımda yüz binlerce insan, yumrukları havada, ‘bella ciao’ söylüyor. tellere vuran elim, dünyanın en mahir eli sanki... bacaklarımın dermanı yerinde… istanbul’u boydan boya koşabilirim.
bu iki anlatı da gerçek... ikisi de benim, bizim gerçeğimiz. çünkü türkiye’de yaşıyorum ve politik müzik yapan bir grubun üyesiyim. dolayısıyla benim hikâyem, memleketimin büyük hikâyesinin bir yansımasından ibaret… bugün itibarıyla 310 gündür yemek yemiyorum. “kendimi açlıkla ifade ediyorum” diyeyim. veya “bas gitarımı aldılar, kendimi ifade için bedenimi enstrüman yaptım”.
ben ibrahim gökçek... 15 yıldır grup yorum’da basgitar çalıyorum. 35 yıl önce, 4 üniversite öğrencisinin kurduğu yorum’un türkiye’ninki kadar inişli çıkışlı bir tarihi var. bu tarih bizi, konser verebilmek için kendimizi ölüme yatırdığımız günlere getirdi.
bir üyemizi, sevgili yoldaşım helin bölek’i 3 nisan günü, ölüm orucunun 288. gününde toprağa verdik. bayrağı ben devraldım.
diyeceksiniz ki, “bir müzik grubunun üyeleri ne uğruna ölüyor? neden ölüm orucu gibi insanı dehşete düşüren bir yöntemi tercih ediyor?”
cevabımız, helin’in 28 yıllık ömrünü feda ettiği, benim ise gün be gün erimeyi göze aldığım yakıcı gerçekte: biz türkiye’de 1980 sonrası verilen haklar ve özgürlükler mücadelesinin içinden doğduk. halk kültürünü sosyalist düşünceyle buluşturan 23 albüm çıkardık. albümlerimizin toplam satışı 2 milyonu aştı. anadolu’da ve dünyada ezilen halkların türkülerini söyledik. bu ülkede hakkını arayanlar, muhalifler, özgür ve demokratik bir ülke düşleyenler ne yaşadıysa, onların şarkılarını söyleyen bizler de aynısını yaşadık: gözaltına alındık, tutuklandık, konserlerimiz yasaklandı, polis kültür merkezimizi bastı, enstrümanlarımızı parçaladı. ve ilk kez, akp türkiyesi’nde, başımıza ödül konarak ‘aranan teröristler’ listesine eklendik.
bugün tam da sizi şaşırttığını tahmin ettiğim bu durumdan dolayı yemek yemeyi reddediyorum. çünkü başıma koyulan ödüle rağmen kendimi hiç de terörist gibi hissetmiyorum.
‘terör listesi’ne girmemizin nedeni şu: şarkılarımızda yerin 7 kat altında çalışmak zorunda olan madencileri, iş cinayetlerinde katledilen işçileri, işkencede öldürülen devrimcileri, doğası talan edilen köylüleri, yakılan aydınları, evleri yıkılan gecekonduluları, zulme uğrayan kürt halkını ve direnenleri anlatıyoruz. ve bunu söylemek, türkiye’de ‘teröristlik’ sayılıyor.
sosyalizmin dünya çapında gözden düşürüldüğü son 30 yılda, böylesi bir sanatın alıcısı olmaz sananlar yanılıyor: biz, türkiye tarihinde türkiyeli sanatçıların verdiği en büyük biletli konsere imza attık: o gün istanbul inönü stadyumu’nda 55 bin kişi tek bir ağızdan devrim şarkıları söyledi. ben de sahnede, 55 bin kişilik müthiş koroya bas gitarımla eşlik ettim. biletsiz ‘bağımsız türkiye’ konserlerimizin sonuncusunda ise yaklaşık 1 milyon kişi vardı. 4 yıl art arda türkiyeli aydın ve sanatçıları sahnemize konuk ettik. hatta bir konserde joan baez, polisin kültür merkezimizi bastığında kırdığı gitarla sahne aldı.
grup yorum, her iktidar döneminde baskıya maruz kaldı. ama akp’nin 2016’da ilan ettiği ohal’den sonra, halkın her kesimine, gazetecilere, aydınlara, akademisyenlere dönük baskılar artınca, bizi de beter bir sürecin beklediğini anladık. bir sabah uyandığımızda, 6 grup üyesinin adını teröristler listesinde gördük. listede ben de vardım. 5 yıl önce 1 milyon kişiye konser veren gitarist, bir anda ‘ödülle aranan terörist’e dönüşmüştü. iktidardaki akp, krizi derinleştikçe saldırıların dozunu artırıyor, daha geniş kesimlere saldırıyordu. liste yayınlandıktan sonra kültür merkezimiz 2 yılda 9 kez polis tarafından basıldı. üyelerimizin hemen hepsi peyderpey tutuklandı. hatta öyle bir an geldi ki, dışarıda hiç yorum üyesi kalmadı. artık konser verebilmek için hem yasağı aşmak hem de çalacak eleman bulmak zorundaydık. biz de halk korolarımızdan yetişen gençlerle internet konserleri düzenledik. bir yandan da saldırılara karşı basın açıklamaları imza kampanyaları yaptık. ancak baskılar bitmedi. 2019 şubatı’nda kültür merkezimize yapılan baskında ben de tutuklandım. 2019 mayısı’nda, ‘konser yasaklarının kaldırılması, kültür merkezimizin basılmasına son verilmesi, tutuklu grup elemanlarının bırakılıp haklarındaki davaların düşürülmesi, isimlerimizin terörist listesinden çıkarılması’ talebiyle açlık grevine başladık. sonra helin bölek’le birlikte eylemimizi ölüm orucuna çevirdik. bu, taleplerimiz kabul edilene kadar aç kalmaktan vazgeçmeyeceğimiz anlamına geliyordu. sonu ölüm bile olsa...
davalarımız sürerken helin ve ben tahliye edildik ancak halkın sahiplenmesine, aydınların, sanatçıların, milletvekillerinin ısrarlı çabalarına rağmen hükümet, taleplerimizi duymazdan geldi. helin, ziyaretine gelen vekillere, “bir konser sözü versinler, ölüm orucunu sonlandıracağım” demişti. vermediler. cenazesini, vasiyetine uygun şekilde kaldırmamız da engellendi.
şimdi helin istanbul’da bir mezarlıkta, toprağının üstünde bir beyaz gelinlikle yatıyor. yanı başımdaki oda artık boş. ben ise, bir süredir bütün yaşantımı sürdürdüğüm bu yataktan sonraki yolculuğumun nereye olacağını, bedenimde süren savaşı ölümün mü yoksa yaşamın mı kazanacağını bilmiyorum. bu savaşa dair bildiğim en güçlü şey, taleplerimiz kabul edilene kadar yaşama tutunarak ölüme yürüyüşümü sürdüreceğim.

İbrahim Gökçek
"Ben ölmekten çok korkuyorum Münir Bey. Hatta sana bir sır vereyim. Bu dünyada herkes ölse, bir tek ben kalsam ona bile razıyım. Düşün, o yalnızlığa bile razıyım."


Grup Yorum ile aynı yaştayım. İlkokul yıllarında Gülhane parkında ilk konserini babam sayesinde dinlediğim, Orta okul yıllarında evdeki kasetlerini dinlemeye başladığım, lise ve üniversite zamanlarında ise konserlerine gittiğim halk sözcüsü topluluğu...
İnönü'de 55Bin, Bakırköy'de 200Binler ile bir araya geldiğimiz zamanlar ve daha niceleri...
35 Yıldır sömürüye, emperyalizme karşı olan duruşlarıyla halkın hakkını, özgürlükçü ve demokrasi anlayışını enstrümanlarıyla savundular. 2020 yılında birer birer ölüm oruçlarında yitirmeye başladık. Önce Helin'i, sonra Mustafa'yı ve bugün de İbrahim Gökçek'i. Tek amaçları türkülerin susmadığı, halkın sömürülmediği bir coğrafyada haklı seslenişlerini konser alanlarında ifade etmekti. Hayatta kaldığımız, bize tanınan şu ahir ömrün geriye kalan zamanlarını yaşayamayacaklar. Bu acı insanoğlunun kara lekesidir. Bu ölüm iktidarın utancı olarak tarihe geçecektir.

03 Mayıs 2020

"Gerçeği göremiyoruz çünkü körüz. Sahte inançlar bizi kör etmiş durumda. Bu nedenle haklı olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Başkaları haksız, biz haklıyız. İnandığımız şeylere güven duymaya İhtiyaç duyuyoruz. Ve bu inançlar, bizim acılarımızı yaratıyor. Adeta bir sisin içinde yaşıyoruz ve bu sis burnumuzun ötesini görmemizi engelliyor. Bu sis bir rüya, sizin hayatla ilgili bireysel rüyanız. Bu rüya kim olduğunuzla ilgili inanç ve kavramlarınızdan, kendinizle, başkalarıyla hatta Tanrıyla yaptığınız anlaşmalardan oluşuyor."

01 Mayıs 2020



İSTANBUL'DA 1 MAYIS 

Kıpkızıl, kan kırmızı bayraklarımızın alevinden 
Sarı korsan bir balon gibi soldu güneş. 
Ciğerlerimizde şişen türküler ateş!
Kol kola 
Düştük yola 
Yedikule'den amele evleri Sirkeci'ye dayandı,
Karagümrük kırmızıya boyandı.
Kasımpaşa tersaneyi yüklendi sırtına,
Geçtik köprüden 
Geliyoruz:
Yol ver bize Cadde-i Kebir! 
Kaldırımları söken topuklarımızla 
Tokatlıyan'da göbekli mebusları tokatladık.
Osmanbey'in ensesine atladık!
Zifosladık Şişli'nin kadife mantosunu! 
Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
Bugün "Mayıs Bir"!
Bir Mayıs'ta İstanbul 
Bizim olmuş gibidir!
Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen 
Mahmut Şevket'in iskeleti! 
Seni oraya diken sınıf
Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;
Yıkıl karşımızdan! 
Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize
Bir gün elbet
Seni borazan yapacağız kendimize, 
İstanbul'un ağzı
Haykıracak kızıl inkılabımızı!

23 Nisan 2020

Zihnimden geçen her şeyden, hatta zihnimin bilmediği şeylerden korkar oldum. Zihnime henüz gark  etmemiş olayların yaşanmış paradoksları içindeyim. Gelecek an'da olanı şuan yaşıyor gibiyim. Bu alışkanlık artık geleceği değil,  geçmişteki fikirleri korkutan bir ıstırap halini alıyor.

15 Nisan 2020

“İnsan, bilinmeyen yerlerdeki yolları, beklenmedik rastlantıları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği ayrılıkları düşünebilmeli, hâlâ anlaşılmamış çocukluk günlerini; sevindirici bir şey söylediklerinde anlamayıp kırdığımız anne babaları; o kadar çok derin ve ağır değişimlerle garip, tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını; sessiz ve kapanık odalarda geçen günleri; deniz kıyısındaki sabahları; denizi, denizleri, yukarılarda çağıldayan, yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini düşünebilmeli.”

11 Nisan 2020

Gökyüzüne, doğaya gözümü kapamadım. Karıncadan file uzanan bir çizgide bütün varlıklarla dost olduğumu sanıyorum. Ne var ki tüm varlıkların özünde insanı görürüm. Dünyanın ekseni, gökyüzünün rengi, denizin derinliği, doğanın anlamı insan. Dövüşmüş, küsmüş, barışmış, arkadaş olmuş bütün kişiler benim için insandır ve aynı çizgidedir. Yalnız bana göre değil bu yargı. İnsanı kutsayan bir yargı, sanıyorum. Hepimizin ortak yargısı.
Dostluklardan çok düşmanlıklar, yakınlaşmalardan çok sürtüşmeler, barıştan çok savaş, zenginlikten çok yoksulluk, mutluluktan çok mutsuzluk, sütliman bir ortamdan çok dalgalı ve karmaşalı bir ortam bana yaşamın tadını, çabanın, var olmanın tadını vermiştir ve tanıklığını yapmıştır.
Yaşama sevincini de ben bu özde aradım. Gözlerimi yumsam da, açsam da dünyanın çevresini kuşatabiliyorum. Sular akıyor, çiçekler açıyor, kuşlar uçuyor, fırtına deniz, yağmur, kar… Kar altında, çadır içinde, inde, kovukta, beş bin yıllık Eti evlerinde insanlar… Ve öte yanda köşkler, saraylar, saraylar içinde insanlar. Acılar, açlar, neşeli ve toklar…Bütün bunların arasında çağlayan gibi insanı gene duyuyorum ve yaşadığımı duyuyorum. Dünyanın atmosferi, kabuğu, magması, ekvatoru insan bana göre.
İnsan yığınları, toplum, topluluk…İnsansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim. Üç beş kişiyle sinema seyredemedim. Üst Üste ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir minibüs bana yaşamı vurgulamıştır. Şunca yaşamın içinde ölü için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığı, yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzüldüm ve üzüntümün ağır yanı burasıdır. Ölümümde eşim, çocuklarım, en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsın, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konferans dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil. Yaşam var dağ gibi… Yaşam var gökyüzü, deniz. O insana şaşarım bin bir meyve yüklü ağacın altında yere düşen sararmış bir yaprağa üzülsün

Seni beklemek, hiç gelmeyecek bir treni beklemek gibi. Bir gün olur ya ışığını görürsem, raylara inip ellerimi iki yana açacak, bana çarpıp darmaduman etmeni sağlayacağım.

07 Nisan 2020

“Üzerinde gerçek bir kontrolünüz olmayan şeylerle mücadeleye girmeyin. Sizin mutluluğunuz üç şeye dayanır: iradeniz, karşılaştığınız olaylarla ilgili fikriniz ve bu fikirleri işleme biçiminiz. Asıl mutluluk dış koşullardan bağımsızdır. Dış koşullara kayıtsız, ilgisiz kalın. Sizin mutluluğunuz yalnızca içinizde bulunabilir.”

04 Nisan 2020

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı…

02 Nisan 2020

İnsanın içine, derinlerine kadar nüfus etmiş olan acı his, siyah bir kabusta aksırarak boşalır. Bu nedenle yeni güne uyanan bireyin bedeni adeta yenilenir. Öfkesi taşmak üzere olan ruh, arınarak özgürce nefes almaya başlar. Beden ve ruhun yeniden tanışması tam da bu noktada başlar.

31 Mart 2020

Yalnızlık; kalabalık şehirlerde ölmek gibi. Ta ki çok sevdiğiniz biri ölene dek, ölümle tam anlamıyla karşılaşmazmışsınız gibi..
Doksanlı yıllarda yaşadığımız elektrik kesintilerinde evde yaşanılan sessizlik gibi şehir, herkes evine dönmüş, sadece otoyolların cıvalı sarı lambaları kadarıyla aydınlanıyordu yollar.

26 Mart 2020

Ölmeye yanaşmadığı sürece insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur.

24 Mart 2020

Zihniniz binlerce kişinin aynı anda konuştuğu ve kimsenin birbirini anlamadığı bir rüya.

21 Mart 2020

Karantina günlerinde yalnızlık...

Ünlü Rus yönetmen Tarkovsky’ye sorulan “İnsanlara ne söylemek istersiniz?” sorusunun cevabında önemli bir yaklaşım var bu konuya dair.

“Bilmem… Sanırım yalnız olmayı öğrenmeleri gerektiğini ve kendi başlarına mümkün olduğu kadar çok zaman geçirmek için uğraşmalarını söylemek isterim. Bugünün gençlerinin hatalarından biri gürültülü, bazen neredeyse agresif etkinliklerde bir araya gelmeye çalışmaları. Kendini yalnız hissetmemek için bu başkasıyla beraber olma arzusu bence çok talihsiz bir gösterge. Her insan çocukluktan itibaren kendiyle zaman geçirmeyi öğrenmeye ihtiyaç duyar. Yalnız olması gerekmez ama kendiyle kaldığında sıkılmamalıdır. Kendi kendine kaldıklarında sıkılan insanlar bana kendilerine verdikleri değer açısından bir tehlikenin içindeler gibi gelir.”

19 Mart 2020

"Eğer çok param olsaydı dönümlerce orman satın alırdım. Etrafına bir duvar örer, sanki içinde başka bir zamandaymış gibi yaşardım."

12 Mart 2020

“Sonsuzluk, sonsuz zamana sahip olmak değildir. Sonsuz aydınlığı yaşamak istiyorsan geçmiş ve geleceği aklından çıkar, şimdide kal." 

08 Mart 2020


....kimi der ki kadın
soğuk kış gecelerinde serip bir döşek gibi yatmak içindir
kimi der ki kadın
yeşil bir harman yerinde dokuz zilli bir köçek gibi oynatmak içindir
kimi der ki hamur yoğurur
kimi der ki çocuk doğurur
kimi der ki bunca yıldır yaşıyorum hayalimdir
kimi der ki boynumda taşıyorum vebalimdir
ne hayal ne vebal ne döşek ne köçek
o benim kollarım, bacaklarım, dudaklarım ve başım
o benim öz kardeşim, eşim, kavga yoldaşımdır...

03 Mart 2020


96, İzmir. Pınarbaşı gazinosu. Biz Bulgar'ın damında boğma rakı içiyorduk seninle. İki el silah sesi diye geçtiler telsizden. Senin karın o sıralar hamile, o gün İstanbul'dan telefon gelmiş sana ilk bana söyledin. Kızım olacak Cevdet dedin! Sarıldık birbirimize, kalbinin sesini duydum senin, sahur davulu gibi vuruyordu kalbin. Ben dedim, ıslatalım bunu. Bulgar'ın oraya gittik. Sonra telsiz gelince kalktık, ayakta duramıyoruz. Gittik, gazinonun arka kapısından dolandık. İlk cesedi gördük. İçeriden de çığlıklar geliyor. Deyyus bağırıyor, sus orospu sus diye. Biz daha içeri dalamadan sıktı pezevenk. Sustu kadın. Ben böyle elimi kaldırdım, iki yaptım sana. İki ceset. Mermiyi namluya sürdüm. Sonra bir çığlık daha duyduk. Kızın biri bize doğru koşturuyor. Kapıyı açtı tam çıkacak, arkadan vurdu deyyus. Kızcağız önümüze düştü. Gencecik kız. Yüzü gözü boyalı. Üç ceset etti. İki de telsizden, etti beş. Mermi sayıyoruz seninle. Şarjörü boşaltsın, alacağız içeri. Sonra duyduk sesi. Şarjörü attı, yenisini taktı puşt. Daha kim bilir neler var yanında. Cephaneyle gelmiş gazinoya. Rambo sanki. Senin yüzüne baktım. Sen taş yutmuş gibi oldun. Tabii farkındayım, karını düşünüyorsun. Doğacak evladını düşünüyorsun. İçeriden çığlıklar geliyor. Herif sıkıyor. Biz dalsak bize de sıkacak. Sana baktım senin çenen titriyor, elinde makine titriyor. dedim ki Selahattin sen girme. Sen burada dur. Ben tek başıma daldım içeri. Herif önce karnıma sıktı bir tane. Ben indirdim pezevengi. Yerden bir tane daha sıktı. O da buraya, sağ omzuma. Altı ceset. Biri garson, gerisi kız. Biri daha on dokuz yaşında. Ben çok istedim bir kız evladım olsun, olmadı. Senin evladın analı babalı büyüsün istedim. Allah sana evlat acısı göstermesin Selahattin. Allah kimseye vermesin. Şimdi suyunu iç, siktir git benim evimden. Bir daha geleceksen adam gibi gel. Kanıtla gel. Ekip arabasıyla gel. Ağzımı yoklamaya gelme. Sokarım hürmetine.

İlk başlarda iş kolay. Ama yükselmeye başladıkça dağ sarpa sarıveriyor... Dimdik kayaların, uçurumların arasında kalıveriyorsun. Gücün azalıyor... Derken senin gibi bir yolcu daha çıkıyor. Yoldaşınla omuz omuza, can cana verip bir keçi yolu açıyorsun kendinize. Artık tek başına değilsin. Biliyorsun ki artık o yolu iki kişi yürüyeceksin... Dağ yine yalçın. Ama artık yürümek zevkli. Nefesim tükenecek diye korkmuyor insan. Çünkü yanında kendi nefesin gibi bir nefes daha var...
Şarkılar bize der ki; her birimizin içinde bir mucize vardır. Ve bu mucize yalnızca bir tek kişi içindir ve onunla yakınlaştığımız da, evren uzanarak kaderimizin gerçekleşmesine yardım eder.

26 Şubat 2020

Gün gün ile barışmalı
Kardeş kardeş duruşmalı
Koklaşmalı söyleşmeli
Korka korka yaşamak ne

Kör olasın demiyorum
Kör olma da gör beni…

20 Şubat 2020

Zaman hayatımızın bir yanılsamasıdır. Geçmişi çok hızla tükettiğinde ve geriye bıraktığın yılların ağırlığı bir tüy kadarken, gelecek zamanı beklemek ömrünün törpüsüdür. Adeta saniye saniye geçer.

13 Şubat 2020

Kişinin olduğundan farklı görünmesi beyhude bir çaba. Zira insan için ilginç olan, yeni bir başlangıçlara nasıl tepkiler vereceğidir. Bu yeni başlangıçlara uyum sağlayan insanın bir süre sonra bedeni de ruhu da tazelenir.

07 Şubat 2020

Yaşadığımız coğrafya ile yaşanılır istediğimiz dünyanın pek alakası yok. İkisi arasında ezilen bir kafadan başka bir maneviyata da sahip değiliz.
Bu iki dünyanın dışında kaldığınız zaman yalnızlığınız daha da mühürlenir. Bu durum bazen bakış açınızı değiştirmeye neden olabilir.

03 Şubat 2020

“Yaşamının doğal bir biçimde akmasına izin ver;
Onun da mükemmelliğin bir kabı olduğunu bil.
Soluk alıp vermen gibi,
Bazen önde, bazen geridesindir;
Bazen güçlü, bazen zayıfsındır;
Bazen insanlarla beraber, bazen yalnız başınasındır.”

27 Ocak 2020

acılardan daha büyük bir yer yoktur
bir tek evren var, o da kanayan bir evren

24 Ocak 2020

Kimi ölüler bize ne kadar yakın. Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü.

23 Ocak 2020

hangi yola gitsem ucu yok
yolların çakılı kumu akıp gitmiş
taşan bir dere gibi içim
sığmıyor bendine
çakılı kumu dağılmış yol gibi
habire kanıyor
mırıldanıyorum kendi kendime
herkesin vardır bir yarası içinde işleyen

20 Ocak 2020

“Aşk bu, kolay mı öyle kapıp da kaçmak... 
Sırtlayıp taşınması gerekirdi geleceğe... 
Beslenmesi gerekirdi. Azalmanın değil çoğalmanın hücresiydi sırtladığımız... 
Bütün hallerimizin çekirdeğiydi.” 
#hrantdink

18 Ocak 2020

birlikte öğrendik seninle
avcumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi

elele duyduk kumsalda denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi

Bülent Ecevit, Elele Büyüttük Sevgiyi, 1980

16 Ocak 2020

sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman

13 Ocak 2020

Ne zaman ki içindeki hakikati keşfetmek için bir şeyler yaparsan, o zaman özündeki benliği bulacaksın. Ta ki canın yanınca, ta ki en büyük acıya kavuşunca... Farklılıklarındaki algılama biraz gözlemle, biraz da birinin sana dokunmasıyla ortaya çıkacak. Bu durumun en can sıkıcı kısmı da seni dibe çeken bir el tarafından olması..

08 Ocak 2020



Koca bir kıta yanıyor!!!
6 milyon hektar alan (İstanbul’un 12 katı)
500.000.000 hayvan (yarım milyar) (bazıları nesli tükenmek üzere olan)
25 insan YOK OLDU.

Bizler ise, elimizde karton bardaklı plastik kapaklı kahvelerimiz ile #yanıyoruz #kahroluyoruz yazdık, karbon salınımından, Kyoto protokolünden, Paris anlaşmasından bir haber, İKLİM KRİZİ değil de, iklim değişikliği olarak kabul ettik yaşlı dünyamızın bu halini.

Aşırı ısınan dünya sebep oluyor bu yangınlara, eylül ayından beri yanıyor Avustralya, ondan önce Brezilya.
İklim değişikliği değil İKLİM KRİZİ neden oluyor tüm bunlara, buzulların erimesi, devletlerin karbon salınımına dikkat etmemesi, yeraltı fosil yakıtlarının orada kalmayıp fabrikalarda kullanılması sebep oluyor. Senin benim bilinçsizce tüketmemizden oluyor, sera gazlarından. İnsan eli ile yok edilen bir düzen de, küresel ısınma tanımının hafif kaldığı bir yok oluş zamanındayız. En büyük zararını insan olarak bizlerin göreceği.

03 Ocak 2020

Orta Anadolu; zamanın adeta durduğu bir coğrafya. 
Ruhunuzu köreltede bilir, iyi de edebilir. Bu topraklarda Devramber'ler bile size yüzünü dönmeyebilir... Ne beklediğinize bağlı.
Büyük bir metropol de doğup büyüdüyseniz eğer küçük coğrafyalardan beklentinizde az olmalı. Ancak ruhunu onarmak isteyen birey tam da bu şehirlerde nefes alır.
Zaman ve mekan sıkıştıysa, kaçış yolu da daralır.

01 Ocak 2020

Gülümse, sev, yaşa, ağla, sendele, kendi yaralarını deneyimle. Evet evet deneyimle! İyiyi gördüğün kadar, kötüyü de deneyimle. Bul dengeni. Hala nefes alabiliyorsun unutma. Bak şu an bir tane daha aldın. Hakkını ver her bir nefesin. Ancak anını değerli kılabildiğinde zemin hazırlayacaksın geleceğe ve ancak o anın değeri geçmişini, keşkelerini iyikilere dönüştürecek.
İyi senin için her ne ifade ediyorsa en derinlerinde olsun.
Bir ağaç gibisin. Savaşçı bir ağaç. Huzur için savaşan, belki de her yere köklerini savurmaya çalışıp büyüyememiş bir ağaç. Köklerini öyle doğru sal ki yeryüzüne, filizlerin, meyvelerin sana huzurun tadını hissettirsin. Çabalıyorsun, uğraşıyorsun birçok şey uğruna. Peki gerçekten “tam” olarak kendini veriyor musun o uğraştıklarına? Her şey hakkında fikrin olmak zorunda değil, bir ağacın kökleri uzanır mı ki her yere? Ne yapıyorsan “tam” yap, “öz” yap ki, filizlerin yeşersin, meyvelerin sana huzur versin.
İşte o zaman savaş yerini barışa, iç barışa bırakacak.