23 Ekim 2018

Kalabalık kuytularda boğulur çığlıklarım
Kuru bir teselli bulurum ben kendi halime
Vazgeçilmez tutkularda kaybolur yaşadıklarım
Dağılıp giden bir sis halinde

18 Ekim 2018

“Her şeyi kendim için çekiyorum. Sonra da onlarla ilgili birtakım adamlar ‘sanattır, değildir’ diye konuşuyor…”

Ermeni asıllı bir Türk olan Ara Güler, 1928 yılında Beyoğlu’nda dünyaya geliyor. 1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesi’nden mezun olduktan sonra Muhsin Ertuğrul’un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi alıyor. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde çalışmaya başlıyor. Tam da o zamanlarda fotoğrafçı olmaya karar veriyor. Sonrasında ödüller, ödüller, ödüller… Ama Ara Güler belki de en çok İstanbul fotoğrafları ile biliniyor.

11 Ekim 2018

“Dünyada kıpırdamadan durmak, her türlü oyalayıcıyı, bulanıklaştırıcıyı reddetmek kadar güç ve sıra dışı bir şey olamaz. Herkesin gelmeyeceği herkesçe bilindiği halde, beklediği şeyleri, farkında değilmiş gibi kıpırtısızca beklemesi, olanı biteni sessizce izlemesi, zamanın tüm ağırlığını ve saydamlığını her saniye tüm netliğiyle görmesi ve yine kıpırdamaması gibi. İşte yaşamın en uç noktası budur.” 

09 Ekim 2018

Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte. İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık! İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık. O küçük ölüm!Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan. Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında.... Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye.... Ne yapacağımı sanıyorsun ki?Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
Müjdeledim suyun kalbinden kendimi
avucuma sığdırdığım gövdem
asûde bir aynayla yüzleşirken
Ey gizemli vakit!.. 
bir manolya açıldı zihnimde birden
toprak eskiyen sesinden konuştu bir ağacın
-öyleyse ben bir ağaçtım eskiden-
tanrı’nın gözleri serindi
çek dedim ucundan kanımın 
aynılaşalım