31 Mayıs 2020

Bütün dert;
ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup,
bir arada yaşamaya dayanamamamızdır.

Oruç Aruoba


30 Mayıs 2020

aşk
kavganın içindedir
çünkü sen
içindesin kavganın
elmayı kokusundan
güvercini biçiminden soyutlamaktır
yaşamak denilen kavgayı
aşksız düşünmek

25 Mayıs 2020

Denizler bitti artık
Bütün yollar çıkmaza dayandı
Gerinemeyeceğin kadar daraldı gökyüzü
Bütün sevdaları tükettin
Sonun da sonundasın
Başkalarına değil kendine
Göster olağanüstü yürekliliğini
Son gösterinin tek seyircisi kendin ol
Bul bir umarını ki sen bulursun
Bırak kendini dipsiz doruksuz boşluğun kucağına

22 Mayıs 2020

“Sorumluluğun farkında olmak, kişinin kendi özünü, kaderini, hayat durumunu, duygularını ve hatta acı çekişini yarattığının farkında olmaktır. Böyle bir sorumluluğu kabul etmeyen, çektiği sıkıntı için başkalarını -başka insanları ya da başka güçleri- suçlamaya devam eden hasta için hiçbir terapi olası değildir.”

21 Mayıs 2020

yalın duvarın tuğla penceresinden bakıyorum 
boynun gözün ve perşembeler upuzun..

15 Mayıs 2020

ıslak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş….
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim…

11 Mayıs 2020

günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde 
doğar kaç milyon
kaçı yaşadım diyebilirdi
kaçı yaşadım diyebilecek
kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi
kaçı yiyebilecek
Eskiye takılıp duruyoruz. İyi anıları çabuk unutuyor, travmalarımızı ise bizimle mezara kadar götürüyoruz. Bu bozuk düzene zaman zaman başkaldırasım geliyor. En büyük devrik cümlelerimle küfürler saçmak istiyor, kalbimden taşasım geliyor.
“Soğuk nasıl kendini hissettirmek için çatlak bırakıyorsa ellerinde, yıllar da çatlaklar açıyor çatında, duvarında. Ha bir de, bazı sevgiler de çatlaklarla hissettiriyor kendini. Çatlakları onarmayı istemek sevginin şifacılığı. Şifacılık da her elden gelmez öyle, hatta hekim olmak da değildir şifacı olmak. Şifa; şifadır. Tedavi tıbbi.
En eski şeyler, asla içimizde eskimeyenlerdir, bundandır dünyaya yenilmek istemeyişim, yenilenmek ve yeni olmayı birbirinden ayırt etmeye çabam.
Ve o çabayı hep sezenler olur. “
Yeni bir hayata başlamak için hafızamızda yaşadığımız kötü anıları sildirmek gibi tıbbi olmayan yöntemler varmış. Peki bu anıların bedenimize verdiği izler! Onları nasıl sileriz?

07 Mayıs 2020

istanbul’un bir gecekondu mahallesinde, bahçeyi gören bir odadan dışarıyı seyrediyorum. dışarı çıksam, az öteden istanbul boğazını görebilirim. ama ben bir yataktayım. 40 kiloya düştüm. bacaklarımda, vücudumu taşıyacak kadar güç kalmadı. boğaz’ı şimdilik, sadece hayal edebiliyorum.
sahnedeyim. gitarım, en sevdiğim yıldız armalı askıyla boynuma asılı... karşımda yüz binlerce insan, yumrukları havada, ‘bella ciao’ söylüyor. tellere vuran elim, dünyanın en mahir eli sanki... bacaklarımın dermanı yerinde… istanbul’u boydan boya koşabilirim.
bu iki anlatı da gerçek... ikisi de benim, bizim gerçeğimiz. çünkü türkiye’de yaşıyorum ve politik müzik yapan bir grubun üyesiyim. dolayısıyla benim hikâyem, memleketimin büyük hikâyesinin bir yansımasından ibaret… bugün itibarıyla 310 gündür yemek yemiyorum. “kendimi açlıkla ifade ediyorum” diyeyim. veya “bas gitarımı aldılar, kendimi ifade için bedenimi enstrüman yaptım”.
ben ibrahim gökçek... 15 yıldır grup yorum’da basgitar çalıyorum. 35 yıl önce, 4 üniversite öğrencisinin kurduğu yorum’un türkiye’ninki kadar inişli çıkışlı bir tarihi var. bu tarih bizi, konser verebilmek için kendimizi ölüme yatırdığımız günlere getirdi.
bir üyemizi, sevgili yoldaşım helin bölek’i 3 nisan günü, ölüm orucunun 288. gününde toprağa verdik. bayrağı ben devraldım.
diyeceksiniz ki, “bir müzik grubunun üyeleri ne uğruna ölüyor? neden ölüm orucu gibi insanı dehşete düşüren bir yöntemi tercih ediyor?”
cevabımız, helin’in 28 yıllık ömrünü feda ettiği, benim ise gün be gün erimeyi göze aldığım yakıcı gerçekte: biz türkiye’de 1980 sonrası verilen haklar ve özgürlükler mücadelesinin içinden doğduk. halk kültürünü sosyalist düşünceyle buluşturan 23 albüm çıkardık. albümlerimizin toplam satışı 2 milyonu aştı. anadolu’da ve dünyada ezilen halkların türkülerini söyledik. bu ülkede hakkını arayanlar, muhalifler, özgür ve demokratik bir ülke düşleyenler ne yaşadıysa, onların şarkılarını söyleyen bizler de aynısını yaşadık: gözaltına alındık, tutuklandık, konserlerimiz yasaklandı, polis kültür merkezimizi bastı, enstrümanlarımızı parçaladı. ve ilk kez, akp türkiyesi’nde, başımıza ödül konarak ‘aranan teröristler’ listesine eklendik.
bugün tam da sizi şaşırttığını tahmin ettiğim bu durumdan dolayı yemek yemeyi reddediyorum. çünkü başıma koyulan ödüle rağmen kendimi hiç de terörist gibi hissetmiyorum.
‘terör listesi’ne girmemizin nedeni şu: şarkılarımızda yerin 7 kat altında çalışmak zorunda olan madencileri, iş cinayetlerinde katledilen işçileri, işkencede öldürülen devrimcileri, doğası talan edilen köylüleri, yakılan aydınları, evleri yıkılan gecekonduluları, zulme uğrayan kürt halkını ve direnenleri anlatıyoruz. ve bunu söylemek, türkiye’de ‘teröristlik’ sayılıyor.
sosyalizmin dünya çapında gözden düşürüldüğü son 30 yılda, böylesi bir sanatın alıcısı olmaz sananlar yanılıyor: biz, türkiye tarihinde türkiyeli sanatçıların verdiği en büyük biletli konsere imza attık: o gün istanbul inönü stadyumu’nda 55 bin kişi tek bir ağızdan devrim şarkıları söyledi. ben de sahnede, 55 bin kişilik müthiş koroya bas gitarımla eşlik ettim. biletsiz ‘bağımsız türkiye’ konserlerimizin sonuncusunda ise yaklaşık 1 milyon kişi vardı. 4 yıl art arda türkiyeli aydın ve sanatçıları sahnemize konuk ettik. hatta bir konserde joan baez, polisin kültür merkezimizi bastığında kırdığı gitarla sahne aldı.
grup yorum, her iktidar döneminde baskıya maruz kaldı. ama akp’nin 2016’da ilan ettiği ohal’den sonra, halkın her kesimine, gazetecilere, aydınlara, akademisyenlere dönük baskılar artınca, bizi de beter bir sürecin beklediğini anladık. bir sabah uyandığımızda, 6 grup üyesinin adını teröristler listesinde gördük. listede ben de vardım. 5 yıl önce 1 milyon kişiye konser veren gitarist, bir anda ‘ödülle aranan terörist’e dönüşmüştü. iktidardaki akp, krizi derinleştikçe saldırıların dozunu artırıyor, daha geniş kesimlere saldırıyordu. liste yayınlandıktan sonra kültür merkezimiz 2 yılda 9 kez polis tarafından basıldı. üyelerimizin hemen hepsi peyderpey tutuklandı. hatta öyle bir an geldi ki, dışarıda hiç yorum üyesi kalmadı. artık konser verebilmek için hem yasağı aşmak hem de çalacak eleman bulmak zorundaydık. biz de halk korolarımızdan yetişen gençlerle internet konserleri düzenledik. bir yandan da saldırılara karşı basın açıklamaları imza kampanyaları yaptık. ancak baskılar bitmedi. 2019 şubatı’nda kültür merkezimize yapılan baskında ben de tutuklandım. 2019 mayısı’nda, ‘konser yasaklarının kaldırılması, kültür merkezimizin basılmasına son verilmesi, tutuklu grup elemanlarının bırakılıp haklarındaki davaların düşürülmesi, isimlerimizin terörist listesinden çıkarılması’ talebiyle açlık grevine başladık. sonra helin bölek’le birlikte eylemimizi ölüm orucuna çevirdik. bu, taleplerimiz kabul edilene kadar aç kalmaktan vazgeçmeyeceğimiz anlamına geliyordu. sonu ölüm bile olsa...
davalarımız sürerken helin ve ben tahliye edildik ancak halkın sahiplenmesine, aydınların, sanatçıların, milletvekillerinin ısrarlı çabalarına rağmen hükümet, taleplerimizi duymazdan geldi. helin, ziyaretine gelen vekillere, “bir konser sözü versinler, ölüm orucunu sonlandıracağım” demişti. vermediler. cenazesini, vasiyetine uygun şekilde kaldırmamız da engellendi.
şimdi helin istanbul’da bir mezarlıkta, toprağının üstünde bir beyaz gelinlikle yatıyor. yanı başımdaki oda artık boş. ben ise, bir süredir bütün yaşantımı sürdürdüğüm bu yataktan sonraki yolculuğumun nereye olacağını, bedenimde süren savaşı ölümün mü yoksa yaşamın mı kazanacağını bilmiyorum. bu savaşa dair bildiğim en güçlü şey, taleplerimiz kabul edilene kadar yaşama tutunarak ölüme yürüyüşümü sürdüreceğim.

İbrahim Gökçek
"Ben ölmekten çok korkuyorum Münir Bey. Hatta sana bir sır vereyim. Bu dünyada herkes ölse, bir tek ben kalsam ona bile razıyım. Düşün, o yalnızlığa bile razıyım."


Grup Yorum ile aynı yaştayım. İlkokul yıllarında Gülhane parkında ilk konserini babam sayesinde dinlediğim, Orta okul yıllarında evdeki kasetlerini dinlemeye başladığım, lise ve üniversite zamanlarında ise konserlerine gittiğim halk sözcüsü topluluğu...
İnönü'de 55Bin, Bakırköy'de 200Binler ile bir araya geldiğimiz zamanlar ve daha niceleri...
35 Yıldır sömürüye, emperyalizme karşı olan duruşlarıyla halkın hakkını, özgürlükçü ve demokrasi anlayışını enstrümanlarıyla savundular. 2020 yılında birer birer ölüm oruçlarında yitirmeye başladık. Önce Helin'i, sonra Mustafa'yı ve bugün de İbrahim Gökçek'i. Tek amaçları türkülerin susmadığı, halkın sömürülmediği bir coğrafyada haklı seslenişlerini konser alanlarında ifade etmekti. Hayatta kaldığımız, bize tanınan şu ahir ömrün geriye kalan zamanlarını yaşayamayacaklar. Bu acı insanoğlunun kara lekesidir. Bu ölüm iktidarın utancı olarak tarihe geçecektir.

03 Mayıs 2020

"Gerçeği göremiyoruz çünkü körüz. Sahte inançlar bizi kör etmiş durumda. Bu nedenle haklı olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Başkaları haksız, biz haklıyız. İnandığımız şeylere güven duymaya İhtiyaç duyuyoruz. Ve bu inançlar, bizim acılarımızı yaratıyor. Adeta bir sisin içinde yaşıyoruz ve bu sis burnumuzun ötesini görmemizi engelliyor. Bu sis bir rüya, sizin hayatla ilgili bireysel rüyanız. Bu rüya kim olduğunuzla ilgili inanç ve kavramlarınızdan, kendinizle, başkalarıyla hatta Tanrıyla yaptığınız anlaşmalardan oluşuyor."

01 Mayıs 2020



İSTANBUL'DA 1 MAYIS 

Kıpkızıl, kan kırmızı bayraklarımızın alevinden 
Sarı korsan bir balon gibi soldu güneş. 
Ciğerlerimizde şişen türküler ateş!
Kol kola 
Düştük yola 
Yedikule'den amele evleri Sirkeci'ye dayandı,
Karagümrük kırmızıya boyandı.
Kasımpaşa tersaneyi yüklendi sırtına,
Geçtik köprüden 
Geliyoruz:
Yol ver bize Cadde-i Kebir! 
Kaldırımları söken topuklarımızla 
Tokatlıyan'da göbekli mebusları tokatladık.
Osmanbey'in ensesine atladık!
Zifosladık Şişli'nin kadife mantosunu! 
Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
Bugün "Mayıs Bir"!
Bir Mayıs'ta İstanbul 
Bizim olmuş gibidir!
Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen 
Mahmut Şevket'in iskeleti! 
Seni oraya diken sınıf
Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;
Yıkıl karşımızdan! 
Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize
Bir gün elbet
Seni borazan yapacağız kendimize, 
İstanbul'un ağzı
Haykıracak kızıl inkılabımızı!