23 Nisan 2020

Zihnimden geçen her şeyden, hatta zihnimin bilmediği şeylerden korkar oldum. Zihnime henüz gark  etmemiş olayların yaşanmış paradoksları içindeyim. Gelecek an'da olanı şuan yaşıyor gibiyim. Bu alışkanlık artık geleceği değil,  geçmişteki fikirleri korkutan bir ıstırap halini alıyor.

15 Nisan 2020

“İnsan, bilinmeyen yerlerdeki yolları, beklenmedik rastlantıları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği ayrılıkları düşünebilmeli, hâlâ anlaşılmamış çocukluk günlerini; sevindirici bir şey söylediklerinde anlamayıp kırdığımız anne babaları; o kadar çok derin ve ağır değişimlerle garip, tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını; sessiz ve kapanık odalarda geçen günleri; deniz kıyısındaki sabahları; denizi, denizleri, yukarılarda çağıldayan, yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini düşünebilmeli.”

11 Nisan 2020

Gökyüzüne, doğaya gözümü kapamadım. Karıncadan file uzanan bir çizgide bütün varlıklarla dost olduğumu sanıyorum. Ne var ki tüm varlıkların özünde insanı görürüm. Dünyanın ekseni, gökyüzünün rengi, denizin derinliği, doğanın anlamı insan. Dövüşmüş, küsmüş, barışmış, arkadaş olmuş bütün kişiler benim için insandır ve aynı çizgidedir. Yalnız bana göre değil bu yargı. İnsanı kutsayan bir yargı, sanıyorum. Hepimizin ortak yargısı.
Dostluklardan çok düşmanlıklar, yakınlaşmalardan çok sürtüşmeler, barıştan çok savaş, zenginlikten çok yoksulluk, mutluluktan çok mutsuzluk, sütliman bir ortamdan çok dalgalı ve karmaşalı bir ortam bana yaşamın tadını, çabanın, var olmanın tadını vermiştir ve tanıklığını yapmıştır.
Yaşama sevincini de ben bu özde aradım. Gözlerimi yumsam da, açsam da dünyanın çevresini kuşatabiliyorum. Sular akıyor, çiçekler açıyor, kuşlar uçuyor, fırtına deniz, yağmur, kar… Kar altında, çadır içinde, inde, kovukta, beş bin yıllık Eti evlerinde insanlar… Ve öte yanda köşkler, saraylar, saraylar içinde insanlar. Acılar, açlar, neşeli ve toklar…Bütün bunların arasında çağlayan gibi insanı gene duyuyorum ve yaşadığımı duyuyorum. Dünyanın atmosferi, kabuğu, magması, ekvatoru insan bana göre.
İnsan yığınları, toplum, topluluk…İnsansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim. Üç beş kişiyle sinema seyredemedim. Üst Üste ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir minibüs bana yaşamı vurgulamıştır. Şunca yaşamın içinde ölü için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığı, yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzüldüm ve üzüntümün ağır yanı burasıdır. Ölümümde eşim, çocuklarım, en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsın, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konferans dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil. Yaşam var dağ gibi… Yaşam var gökyüzü, deniz. O insana şaşarım bin bir meyve yüklü ağacın altında yere düşen sararmış bir yaprağa üzülsün

Seni beklemek, hiç gelmeyecek bir treni beklemek gibi. Bir gün olur ya ışığını görürsem, raylara inip ellerimi iki yana açacak, bana çarpıp darmaduman etmeni sağlayacağım.

07 Nisan 2020

“Üzerinde gerçek bir kontrolünüz olmayan şeylerle mücadeleye girmeyin. Sizin mutluluğunuz üç şeye dayanır: iradeniz, karşılaştığınız olaylarla ilgili fikriniz ve bu fikirleri işleme biçiminiz. Asıl mutluluk dış koşullardan bağımsızdır. Dış koşullara kayıtsız, ilgisiz kalın. Sizin mutluluğunuz yalnızca içinizde bulunabilir.”

04 Nisan 2020

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı…

02 Nisan 2020

İnsanın içine, derinlerine kadar nüfus etmiş olan acı his, siyah bir kabusta aksırarak boşalır. Bu nedenle yeni güne uyanan bireyin bedeni adeta yenilenir. Öfkesi taşmak üzere olan ruh, arınarak özgürce nefes almaya başlar. Beden ve ruhun yeniden tanışması tam da bu noktada başlar.