"Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi."
Stefan Zweig
26 Aralık 2016
23 Aralık 2016
Charles Bukowski, Amerika’nın en büyük yazarlarından biri olmadan önce alkol problemi olan, yüzü sivilce izi dolu, mavi yakalı bir çalışandı. Rüyasında yaşamın tek düzeliğini bozman için yazı yazıyordu.
Bukowski, bütün edebi klişelerle dalga geçip tüm yazın dünyasına harikulade bir renk katmadan önce Amerika Posta Hizmetleri şirketinde çalışıyordu. Burada çalışmadan önce ise bir turşu fabrikasında işçi olarak hizmet verdi.
1969 yılında Bukowski 49 yaşındayken, yayıncısı John Martin, aylık 100 dolar yazarlık maaşı önerene kadar her gün işe gitmeye devam etti ve bu tekliften sonra işini bırakıp ölene kadar yazarlık yaptı.
Bukowski bu konuyla ilgili şöyle yazmıştı “İki tercihim vardı – ya postanede kalıp kafayı yiyecektim ya da yazarlığa terfi edip açlıktan ölecektim… Ben açlıktan ölmeyi tercih ettim.” Bukoswki, ilk kitabını John Martin’in yayınevinden çıkardı. Altı roman ve binlerce şiir yazdı.
9-5 mesaisi ile ilgili aşağıdaki mektubu da yazarlığa adım attıktan 16 yıl sonra yayıncısı John Martin‘e yazdı.
8 Aralık 1986
“Merhaba John,
Güzel mektubun için teşekkür ederim. Bazen, nereden geldiğini hatırlamak insanı acıttığını sanmıyorum. Nereden buralara geldiğimi biliyorsun. İnsanlar bunun filmini bile çekmek istedi veya bu konuda yazmayı da denediler, fakat tam anlamadılar konuyu. Diyorlar ki ‘Dokuzdan beşe kadar çalışmak.’ Asla bu, saat sabah dokuzdan akşam beşe kadar çalışmak değil. Bu gibi çalıştığım yerlerde öğle tatili yok. Birçoğunda mesai bile vermezler ve eğer bu konuda şikâyet edersen yerini alacak bir zavallı her zaman vardır.
Eskiden beri derim ki ‘Kölelik hiç bir zaman kalkmadı, sadece tüm ırkları kapsayacak şekilde genişletildi.’
Asıl acıtan da insanlığı kararlı bir şekilde küçülten de; bu kişilerin sevmedikleri işlerini kaybetmemek için ellerinden geleni yapıp, daha kötüsüne düşerim deyip, alternatif işe geçmekten korkmaları. İnsanlar kelimenin tam anlamıyla boşlar. Bedenleri İtaatkar ve korkak zihinlere sahiptir. Gözlerinin feri kaçar, sesleri çatallaşır ve beden, saç, tırnaklar, ayakkabılar, her şeyleri böyledir.
Genç bir adamken bu insanların bu şartlar altında hayatlarını adamalarına inanamazdım. Şimdi yaşlı bir adam oldum ve hâlâ inanmıyorum. Niye yapıyorlar bunu? Seks? TV? Aylık otomobil taksitleri için? Çocukları için? O çocuklar ileride onlar ne yapıyorsa aynısını yapmayacaklar mı?
Eskiden, ben daha çok gençken bir işten diğer işe atlarken bazen aptal gibi iş arkadaşlarımla konuşur onlara şöyle derdim ‘Hey, patron buraya her an gelebilir ve gelip hepimizi işten çıkarabilir, bunu hiç düşündünüz mü?’
Bana öylece bakarlardı. Onların zihinlerini sokmak istemedikleri bir şeyi anlatıyordum.
Şimdi üretim yerlerinde birçok toplu işten çıkarmalar oluyor (Çelik fabrikaları öldü, teknik değişti) . Yüzlerce, binlerce kişi işten atıldı ve hepsi de şaşkın bir ifade ile şunları söylüyor: ‘35 yılımı verdim. Bu doğru değil. Ne yapacağımı bilmiyorum.’ Kölelere hiçbir zaman yeterince ücret vermezler ki özgür olmasınlar. Ölmeyecek kadar ve işe gelecek kadar öderler hep. Bunu görebildim. Onlar neden yapamadı? Bar fedaisi olmanın ve bankta yatmanın da daha iyi olduğunu anladım. Onlar beni buralara atana kadar neden bekleyeyim?
Bu köle düzenine karşı gelmek için sadece yazdım ve yazıyorum. Boşa geçen ilk 50 yıldan sonra sözde bir profesyonel yazarım artık.”
Bukowski, bütün edebi klişelerle dalga geçip tüm yazın dünyasına harikulade bir renk katmadan önce Amerika Posta Hizmetleri şirketinde çalışıyordu. Burada çalışmadan önce ise bir turşu fabrikasında işçi olarak hizmet verdi.
1969 yılında Bukowski 49 yaşındayken, yayıncısı John Martin, aylık 100 dolar yazarlık maaşı önerene kadar her gün işe gitmeye devam etti ve bu tekliften sonra işini bırakıp ölene kadar yazarlık yaptı.
Bukowski bu konuyla ilgili şöyle yazmıştı “İki tercihim vardı – ya postanede kalıp kafayı yiyecektim ya da yazarlığa terfi edip açlıktan ölecektim… Ben açlıktan ölmeyi tercih ettim.” Bukoswki, ilk kitabını John Martin’in yayınevinden çıkardı. Altı roman ve binlerce şiir yazdı.
9-5 mesaisi ile ilgili aşağıdaki mektubu da yazarlığa adım attıktan 16 yıl sonra yayıncısı John Martin‘e yazdı.
8 Aralık 1986
“Merhaba John,
Güzel mektubun için teşekkür ederim. Bazen, nereden geldiğini hatırlamak insanı acıttığını sanmıyorum. Nereden buralara geldiğimi biliyorsun. İnsanlar bunun filmini bile çekmek istedi veya bu konuda yazmayı da denediler, fakat tam anlamadılar konuyu. Diyorlar ki ‘Dokuzdan beşe kadar çalışmak.’ Asla bu, saat sabah dokuzdan akşam beşe kadar çalışmak değil. Bu gibi çalıştığım yerlerde öğle tatili yok. Birçoğunda mesai bile vermezler ve eğer bu konuda şikâyet edersen yerini alacak bir zavallı her zaman vardır.
Eskiden beri derim ki ‘Kölelik hiç bir zaman kalkmadı, sadece tüm ırkları kapsayacak şekilde genişletildi.’
Asıl acıtan da insanlığı kararlı bir şekilde küçülten de; bu kişilerin sevmedikleri işlerini kaybetmemek için ellerinden geleni yapıp, daha kötüsüne düşerim deyip, alternatif işe geçmekten korkmaları. İnsanlar kelimenin tam anlamıyla boşlar. Bedenleri İtaatkar ve korkak zihinlere sahiptir. Gözlerinin feri kaçar, sesleri çatallaşır ve beden, saç, tırnaklar, ayakkabılar, her şeyleri böyledir.
Genç bir adamken bu insanların bu şartlar altında hayatlarını adamalarına inanamazdım. Şimdi yaşlı bir adam oldum ve hâlâ inanmıyorum. Niye yapıyorlar bunu? Seks? TV? Aylık otomobil taksitleri için? Çocukları için? O çocuklar ileride onlar ne yapıyorsa aynısını yapmayacaklar mı?
Eskiden, ben daha çok gençken bir işten diğer işe atlarken bazen aptal gibi iş arkadaşlarımla konuşur onlara şöyle derdim ‘Hey, patron buraya her an gelebilir ve gelip hepimizi işten çıkarabilir, bunu hiç düşündünüz mü?’
Bana öylece bakarlardı. Onların zihinlerini sokmak istemedikleri bir şeyi anlatıyordum.
Şimdi üretim yerlerinde birçok toplu işten çıkarmalar oluyor (Çelik fabrikaları öldü, teknik değişti) . Yüzlerce, binlerce kişi işten atıldı ve hepsi de şaşkın bir ifade ile şunları söylüyor: ‘35 yılımı verdim. Bu doğru değil. Ne yapacağımı bilmiyorum.’ Kölelere hiçbir zaman yeterince ücret vermezler ki özgür olmasınlar. Ölmeyecek kadar ve işe gelecek kadar öderler hep. Bunu görebildim. Onlar neden yapamadı? Bar fedaisi olmanın ve bankta yatmanın da daha iyi olduğunu anladım. Onlar beni buralara atana kadar neden bekleyeyim?
Bu köle düzenine karşı gelmek için sadece yazdım ve yazıyorum. Boşa geçen ilk 50 yıldan sonra sözde bir profesyonel yazarım artık.”
21 Aralık 2016
16 Aralık 2016
Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, kalabalıklar yüzünden yaşamaya karşı ne bir sevgi, ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen, her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren, gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları! Size bu ölü yaşamı hazırlayan "sermaye sahibi egemen sınıftır", bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir.
08 Aralık 2016
Bir insana, bir ölüm haberi nasıl verilik ki? Sırf ölüm haberi de değil, başka bir haber, güzel haberler mesala, gizli sevdalar. Hepsi aynı. Bir insana uyulan sevginin çaresizlikle kesiştiği anlar, hep aynı. Boşa konuşmak, aşkta da ölümde de, hepsi bir. Umut biter, sadece sözler kalır, kırık dökük, yaralı, tedirgin, gücenik. Hiç söylenmese de olacak, hiç söylenmese sonradan çekilen azapları da daha az olacak. Boşa söylenmiş sözlerin azabı, çoğu zaman, hiç söylenmemiş sözlerin azabından ağır. Bazen bir cevap olur, daha beter. Bazen bir bakış olur...
06 Aralık 2016
“…ölüm, bizden öteye dönük olan,
bizim aydınlatamadığımız yüzüdür yaşamın…
gerçek yaşam biçimi her iki
bölgeye uzanır, en büyük kan dolaşımı her ikisi boyunca…
Yapılması gereken burada bakılmış, dokunulmuş olanı, o daha geniş
Çemberin içine almak.
Gölgesiyle yeryüzünü karartan
Bir öbür dünyaya değil bir bütüne, bütünün kendisine…
Evet bizim ödevimiz, bu
Gidici, dayanıksız olan yeryüzünü öyle derin,
Öyle acıyla, tutkuyla kavramak ki onun özü “görünmez olarak”
Bizde yeniden dirilsin. Bizler Görünmez’in arılarıyız.
Çılgın gibi topluyoruz gözünüzün balını
Görünmez’in büyük altın kovanında biriktirip saklamak için
bizim aydınlatamadığımız yüzüdür yaşamın…
gerçek yaşam biçimi her iki
bölgeye uzanır, en büyük kan dolaşımı her ikisi boyunca…
Yapılması gereken burada bakılmış, dokunulmuş olanı, o daha geniş
Çemberin içine almak.
Gölgesiyle yeryüzünü karartan
Bir öbür dünyaya değil bir bütüne, bütünün kendisine…
Evet bizim ödevimiz, bu
Gidici, dayanıksız olan yeryüzünü öyle derin,
Öyle acıyla, tutkuyla kavramak ki onun özü “görünmez olarak”
Bizde yeniden dirilsin. Bizler Görünmez’in arılarıyız.
Çılgın gibi topluyoruz gözünüzün balını
Görünmez’in büyük altın kovanında biriktirip saklamak için
03 Aralık 2016
26 Kasım 2016
"Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez" demişti Fidel yıllar önce... Biz Anadolu'daki yoldaşların, yolunda yürümeye devam edeceğiz!
Bütün ezilen dünya halklarının başı sağ olsun. Faşist Batista diktatörlüğüne karşı savaşan Fidel komutan dünya halklarına bir yol gösterici olmuştur. Yılgınlığın, inançsızlığın aksine savaşın moralle yürüyeceğini göstermiştir. Sayısı az olsa bile bir gerilla grubunun nasıl bir ülkeyi esaretten kurtarabileceğini göstermiştir bize Fidel.
Gözün arkada kalmasın komutan, 'biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik' diyen yoldaşların var senin. Bizler varız, bizler vatanımızı emperyalizme teslim etmeyeceğiz ve bağımsızlığı uğruna sonuna kadar savaşmaya devam edeceğiz.
Yaşasın Dünya Halklarının Kardeşliği!
Kahrolsun ABD Emperyalizmi!
Que Viva La Revolucion!
21 Kasım 2016
Tavanda idam edilmiş bir lâmbanın dışında bakılacak başka bir şey olmadığından, yavaş yavaş yükseklere bakma alışkanlığını yitiririz.
MARİA.
Evet, doğru.
ANGEL.
Tavanın üstünde, gökyüzünün, yıldızlar ve evrenin bulunduğunu unuturuz. Daha büyük olduğumuzu düşünmek için, kendi dünyamızı gitgide küçültür, duvar ve tavanla kuşatırız. Bundan dolayı ev yapmak istemiyorum. Çeşmeler ise gökyüzü altında.
MARİA.
Evet, evet... Ne zamandır gökyüzüne bakmadığımı hatırlamıyorum.
19 Kasım 2016
"ağlayınca hafiflenir, kütlenin korunumu
cam kenarlarından, teraslardan, taraçalardan
kırk yaşına gelmişim taraça bilmiyorum
bir filmde duymuştum kadın ağlıyordu
kadın ağlayınca hafifler su, cılızlar ateş
cılızlamak olmayabilir bilmiyorum
kadın ağlayınca ağırlaşır içim,
ellerini başına koyunca güz
yıllar içinde saatler hani, yıllar süren saatler hani
az önce gördüm seni soruyordu."
cam kenarlarından, teraslardan, taraçalardan
kırk yaşına gelmişim taraça bilmiyorum
bir filmde duymuştum kadın ağlıyordu
kadın ağlayınca hafifler su, cılızlar ateş
cılızlamak olmayabilir bilmiyorum
kadın ağlayınca ağırlaşır içim,
ellerini başına koyunca güz
yıllar içinde saatler hani, yıllar süren saatler hani
az önce gördüm seni soruyordu."
11 Kasım 2016
Sırf başlayıp bitirebildiğim bir hikayem olsun diye. Bıktım ardımda yarım kalmış hikayeler taşımaktan. Çünkü bizzat ben, yarım kalmış bir niyetim. Anlamlarını bilmeden sevdiğimiz şarkılar var ya. İşte biz böyleyiz. Sesin kıvrılıp büküldüğü yerde ıslanıyor gözlerimiz. Hayat, sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer...
03 Kasım 2016
29 Ekim 2016
Moralsiz Kirpi
Bana güzel bir şey söyle yoksa ben
Moralsiz bir kirpi kadar tehlikeli olurum
Kolpadan laflarla idare etmeye kalkma
Bana gerçekten güzel bir şey söyle
Söyle yoksa oyalanacak saçma sapan şeyler bulurum
Beni günlük konuşmalarla geçiştirme sakın
Acele et fazla zamanımız yok
Derhal güzel bir şeyler söylemen lazım
Söylemezsen hatırladığım her şeyi unuturum.
Moralsiz bir kirpi kadar tehlikeli olurum
Kolpadan laflarla idare etmeye kalkma
Bana gerçekten güzel bir şey söyle
Söyle yoksa oyalanacak saçma sapan şeyler bulurum
Beni günlük konuşmalarla geçiştirme sakın
Acele et fazla zamanımız yok
Derhal güzel bir şeyler söylemen lazım
Söylemezsen hatırladığım her şeyi unuturum.
24 Ekim 2016
"Kimsenin birbirine acımadığı, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve mutsuz bir dünyada yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama sürekli yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız. Ama, kendimizi ve birbirimizi tanımaya gayret etmekten başka çıkar yolumuz da yok."
21 Ekim 2016
Oysa, her şey bir akıntıya kapılmış sürükleniyor dallar, taşlar, yıldızlar, bulutlar, hatta ölüler bile. Hiçbir şey hiçbir şeyi beklemiyor. Bütün bekleyişler bir yanılsama aslında, hem de gerçekliği kavranamayacak kadar büyük bir yanılsama; çünkü bekliyor görünen ne varsa, bekleyişinin içinde yavaş yavaş yürüyor; gizleniyor kimi zaman, daralıyor, dağılıyor ve biçimden biçime girip kendi özündeki sonsuzluğa doğru akıyor.
17 Ekim 2016
Ihlamur kokulu bir bahardı beklediğim. İçinde mis kokulu satırları olan, melankolik eylemlere karşı göğüs germeyi bilmeyen bir dost gülümsemesi gibi. Zamanın içinden geçerken alınan yaraların izlerini silmek gibi. Her lodosla sızlayan gün batımına söver gibi, hatırlamak gibi, hatırlamak istememek gibi..
16 Ekim 2016
11 Ekim 2016
06 Ekim 2016
05 Ekim 2016
02 Ekim 2016
Ne çok sevmek istiyor insan
“Ne çok sevmek istiyor insan, birini denizi geçerken mavi birini cumartesi gibi düşünürken kırmızı şaraba yatırılmış o aşktan gövdeyi, birini kopkoyu bir şiire batmışken ve birini o bir başkasını severken yana yana ne çok sevmek birini hem de çok ve hep yalan söylediği için sevmek ve şöyle demek: Meğer yalan söylediği için de sevilirmiş insan.
Yabancı bir ülke gibi özlerken birini hani bir kez gidilmiş de unutulmamış, o ülkeyi bir daha sevme isteği gibi, bazen de korkuyla ya hatırlamazsa diye gönlünde sulayıp durduğu o güzel ilki, İlk bakışma, ilk sarhoşluk, ilk sevişmeyi ve birini değil sessizce, teni, ruhu kendi bile duymadan sevmeyi ki böylesine yalnızca bir şiirde rastlanır belki…
Ve ne çok yazmak istiyor insan birini, o okusun diye değil ama birini kimse öyle güzel küsemez diye ağız dolusu susar ve gönül dolusu küser ve sesine bakıp bakıp da birini ağlamak ister gibi seviyor insan hani o “ruha ağlamak getiren tren sesleri” gibi önce ayrılığı sonra sevmeyi, hep ayrılır gibi sevmek, sevmek istiyor. Birini ayrılık tenden ruhtan bakıştan da ama sesten uzağa düşmekmiş en çok çünkü nereye gitse sesine dönermiş ve sesinden toplanırmış her ayrılıktan sonra döndüğü o siyah günler gibi insan.”
29 Eylül 2016
“Beni boşver. Konu ben değilim. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 873 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü.”
26 Eylül 2016
Ne Tuhaf
"Kalabalık kuytularda boğulur çığlıklarım
Kuru bir teselli bulurum ben kendi halime
Vazgeçilmez tutkularda kaybolur yaşadıklarım
Dağılıp giden bir sis halinde"
Kuru bir teselli bulurum ben kendi halime
Vazgeçilmez tutkularda kaybolur yaşadıklarım
Dağılıp giden bir sis halinde"
20 Eylül 2016
16 Eylül 2016
"Gözyaşlarımı ağabeyimden saklamaya çalıştım, dışarıya baktım. Sokaklardan, caddelerden geçiyorduk. Bir sürü araba, üstüste insanlar, kalabalık... Herkes birbirinin yaşamından habersiz bir yol tutturmuş gidiyordu, kimse kimsenin umurunda değildi; kimse böyle bir çaba içinde de değildi. Derin bir nefret duydum. 'Hapse girmek istiyorum, çünkü bu kalabalığı hiç sevmiyorum,' dedim içimden. Sinirlerim bozulmuştu. Selimiye'nin kapısından çıktığımdan beri büyüyen boşluk sonunda en üst düzeyine ulaşmıştı."
Bu topraklarda bazen yalnız, bazen kalabalık, bazen de bir fikir suçlusu olursun. En çok da yalnız fikir suçlusu... Düşündüklerin kalabalıklara ağır gelir. Dört duvar arasında daha çok üret diye, daha çok kalabalıklara seslen diye rutubetli ortamlarda solur ve yazarsın. Kelimelerin yükü eli kana bulanmış, savaş çığırtkanlıkları yapanların kahpe oyunlarıyla ömründen çalar.
Bir kadının veyahut bir adamın yaşanmışlıklarını anlayıp hissetmek mi istiyorsun?
Alnındaki çizgilere bak! Avucunda hisset. Yorgun bir gülümseme bile şu boktan hayatı özetleyebilir. Bir insanı tanımaya çalışırken kendi acılarından yola çıkmadan, yeni yaşanacak anılara, heyecanlara ortak etmeye bak.
Geçmişe takılma. Sen ağlarken ağlayan değil, güldürebilen yaralarını iyi eder. İzi geçen yaralar vardır. O yaralara dokun. Kalbine dokun!
14 Eylül 2016
Yaz ve bahar aylarının bu kadar kısa sürede sona ermesi, yaşanan en güzel hatıraların ve zamanların bu aylarda yaşandığı için midir?
Karlı bir pazar sabahı aşık olamaz mıydı insan? Yağmurlu bir eylül akşamında düğün dernek kurulamaz mı?
Madem özgürüz neden zamanı periyotlara bölüp anılarımızı bile planlı yapmaya çalışıyoruz. Toplum baskısı mı? Alışkanlıklar mı?
Her coğrafyanın mevsimlere göre kuralları olduğunu öğrendim. Her öğrendiğimde de bu lanet dünyaya bir kez daha sövdüm.
Öylesine bir not: 4 mevsim inşaat yapabilen ve doğayı gecenin 3'ünde bile katledebilen bir ülkedeyiz.
Öylesine bir not: 4 mevsim inşaat yapabilen ve doğayı gecenin 3'ünde bile katledebilen bir ülkedeyiz.
10 Eylül 2016
06 Eylül 2016
merak ediyoruz elbette
dünyanın kimin için yaratıldığını
kiralık gezegenlerin var olup olmadığını bize yakın uzayda
eğilip bir bal arısının yüzüne
uzun uzun sevgiyle bakmış
kaş kişinin yaşadığını
ağzının tadını kaçırdığımız şu yeryüzünde
merak ediyoruz korkularımızın annesini
şiddetin içimizde saklandığı yeri
ve öldüğümüzde bulutların neden gelip bizi götürmediğini
dünyanın kimin için yaratıldığını
kiralık gezegenlerin var olup olmadığını bize yakın uzayda
eğilip bir bal arısının yüzüne
uzun uzun sevgiyle bakmış
kaş kişinin yaşadığını
ağzının tadını kaçırdığımız şu yeryüzünde
merak ediyoruz korkularımızın annesini
şiddetin içimizde saklandığı yeri
ve öldüğümüzde bulutların neden gelip bizi götürmediğini
05 Eylül 2016
01 Eylül 2016
"İnsan, en önemli olanı söylemeye cesaret etmezden önce, kırk ya da elli yıl boyunca iç dünyasında taşır. Sırf bu nedenden ötürü bile erken ölenlerle birlikte nelerin yitip gittiğini ölçebilmek olanaksızdır. Aslında herkes erken ölür."
Kısacık olan bu ahir dünyada ertelenecek ne olabilir ki? Erken ölümlerin ardından ölen öldüğüyle kalıyor, geride bıraktıklarıda yas tutuyor ise neden erteleyelim anıları, aşkı, şarabı...
Yalnız başınıza ölecek kadar lüks değil bu dünya.
Kısacık olan bu ahir dünyada ertelenecek ne olabilir ki? Erken ölümlerin ardından ölen öldüğüyle kalıyor, geride bıraktıklarıda yas tutuyor ise neden erteleyelim anıları, aşkı, şarabı...
Yalnız başınıza ölecek kadar lüks değil bu dünya.
11 Ağustos 2016
Köpük Kokulu Sabahlar
Bir çocuğun idolüdür babası. Ben 6 yaşlarında babamın giydiği kumaş pantolanları giymek, siyah parlak kundura ayakkabılara sahip olmak isterdim. Sakal traşı olurken izlediğim hazzı ise büyüyünce alamadım. Köpük kokan sabahlara şahit olamadım. Büyüdüğüm de babamdan uzaklaşan ben miydim? Aramızdaki masum ilişkiyi bitiren koskoca yıllar mıydı? İnsan en yakınında olanı neden daha çok sevmez ki? Kolay erişilen neden kıymet bilinmez? Herşeye emekle mi sahip olunur? Sevgi, sadakat bunlar için büyük çalışmalara gerek yok ki.
Birini seviyorsanız güzel anıların biriktirin. Zira zaman sevdiklerinizi aldığında en büyük acı geride ortak izlerinizin azalmasıyla can yakıyor.
ve küçük dünyamın büyük mutlulukları sona erdiğinde büyümüştüm.
"Ben çocukken o kadar sessiz ağlardım ki bazen, kendim bile farketmezdim ağladığımı. Çoğu zaman gölgelere saklanırdım. insanların içine çıkınca da hep şirin, O başı okşanmak istenen sevimli kız olurdum. Ben hep kendimi nasıl sevdirebileceğimi düşündüm. Hiç kimsen yoksa kendini sevdirmek zorundasındır.
Babalarından şikayet eden kızları can kulağıyla dinlerdim hep. Benim kavga edecek bir babam olmadı. Bana bağırıp çağıracak, sonra da pişman olduğunda gelip ne diyeceğini bilemeyecek bir babam olmadı. Giydiklerime karışan bir babam olmadı. Okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri, dinlediğim müzikleri gizlice kontrol eden bir babam olmadı. Eve 5 dakika geç kaldığımda başıma bir iş gelmiş olabileceğini düşünen bir babam olmadı. Erkek arkadaşım olduğunu öğrendiğinde dünyası başına yıkılan bir babam olmadı. Çevrenin beni kötü yola düşürmeye çalışan adamlarla dolu olduğunu düşünen bir babam olmadı.
Bütün kızların vardı kavgalı olduğu bir babası. Ve hepsi bütün o kavgalardan sonra dönüp dolaşıp yine barışmışlardı babalarıyla.
Birbirlerini anlamış, her şeyi affetmiş, eski günlere dönmüşlerdi.
Çünkü bir kızın kalbi her zaman babasına aitti. Babanın kalbi de kızına.
Benim hiç kalbim olmadı."
05 Ağustos 2016
Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...
Turgut Uyar / 89. Doğum Günü Yılına
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...
Turgut Uyar / 89. Doğum Günü Yılına
04 Ağustos 2016
Öyleleri vardır ki, ufak tefek şeyler onları yaşatır da sert bir söz onları öldürür. Ben öyleyim işte. Sorun şu; yoksulluğun bendeki bazı özellikleri o derece keskinleşmiştir ki, bunlar benim başıma adeta dert açar, evet, ne çare böyle bu. Ama faydaları da vardır bunun. Bazı hallerde bunların bana yardımları dokunur.
Yoksul aydın zengin aydından çok daha kuvvetli görür. Yoksul her sözcüğü kuşkuyla dinler, attığı her adım onun düşünce ve duygularına böylece bir görev bir iş yüklemiş olur. Onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur.
Yolda bir cigara yakmak canınız istese, kibritiniz de olmasa, gidip de kimden yakarsınız? Bir yol sormanız lazım gelse, kime sorarsınız? Bir kalabalığın toplandığı yerde, ne oldu acaba, diye kime dersiniz? Ben öyle adamlardan biriyim. Daha çok kendisinden cigara yakılabilen, yol sorulabilenlerden olduğum için hayatımdan memnun olduğum da olur, olmadığım da.
27 Temmuz 2016
Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın
"Mutlu sonlar yalnızca bir duraklamadır. Üç çeşit büyük final vardır: İntikam, trajedi, bağışlama. İntikam ile trajedi genellikle bir arada gerçekleşir. Bağışlama geçmişin borcunu öder."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)