07 Mayıs 2020

Grup Yorum ile aynı yaştayım. İlkokul yıllarında Gülhane parkında ilk konserini babam sayesinde dinlediğim, Orta okul yıllarında evdeki kasetlerini dinlemeye başladığım, lise ve üniversite zamanlarında ise konserlerine gittiğim halk sözcüsü topluluğu...
İnönü'de 55Bin, Bakırköy'de 200Binler ile bir araya geldiğimiz zamanlar ve daha niceleri...
35 Yıldır sömürüye, emperyalizme karşı olan duruşlarıyla halkın hakkını, özgürlükçü ve demokrasi anlayışını enstrümanlarıyla savundular. 2020 yılında birer birer ölüm oruçlarında yitirmeye başladık. Önce Helin'i, sonra Mustafa'yı ve bugün de İbrahim Gökçek'i. Tek amaçları türkülerin susmadığı, halkın sömürülmediği bir coğrafyada haklı seslenişlerini konser alanlarında ifade etmekti. Hayatta kaldığımız, bize tanınan şu ahir ömrün geriye kalan zamanlarını yaşayamayacaklar. Bu acı insanoğlunun kara lekesidir. Bu ölüm iktidarın utancı olarak tarihe geçecektir.

03 Mayıs 2020

"Gerçeği göremiyoruz çünkü körüz. Sahte inançlar bizi kör etmiş durumda. Bu nedenle haklı olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Başkaları haksız, biz haklıyız. İnandığımız şeylere güven duymaya İhtiyaç duyuyoruz. Ve bu inançlar, bizim acılarımızı yaratıyor. Adeta bir sisin içinde yaşıyoruz ve bu sis burnumuzun ötesini görmemizi engelliyor. Bu sis bir rüya, sizin hayatla ilgili bireysel rüyanız. Bu rüya kim olduğunuzla ilgili inanç ve kavramlarınızdan, kendinizle, başkalarıyla hatta Tanrıyla yaptığınız anlaşmalardan oluşuyor."

01 Mayıs 2020



İSTANBUL'DA 1 MAYIS 

Kıpkızıl, kan kırmızı bayraklarımızın alevinden 
Sarı korsan bir balon gibi soldu güneş. 
Ciğerlerimizde şişen türküler ateş!
Kol kola 
Düştük yola 
Yedikule'den amele evleri Sirkeci'ye dayandı,
Karagümrük kırmızıya boyandı.
Kasımpaşa tersaneyi yüklendi sırtına,
Geçtik köprüden 
Geliyoruz:
Yol ver bize Cadde-i Kebir! 
Kaldırımları söken topuklarımızla 
Tokatlıyan'da göbekli mebusları tokatladık.
Osmanbey'in ensesine atladık!
Zifosladık Şişli'nin kadife mantosunu! 
Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
Bugün "Mayıs Bir"!
Bir Mayıs'ta İstanbul 
Bizim olmuş gibidir!
Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen 
Mahmut Şevket'in iskeleti! 
Seni oraya diken sınıf
Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;
Yıkıl karşımızdan! 
Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize
Bir gün elbet
Seni borazan yapacağız kendimize, 
İstanbul'un ağzı
Haykıracak kızıl inkılabımızı!

23 Nisan 2020

Zihnimden geçen her şeyden, hatta zihnimin bilmediği şeylerden korkar oldum. Zihnime henüz gark  etmemiş olayların yaşanmış paradoksları içindeyim. Gelecek an'da olanı şuan yaşıyor gibiyim. Bu alışkanlık artık geleceği değil,  geçmişteki fikirleri korkutan bir ıstırap halini alıyor.

15 Nisan 2020

“İnsan, bilinmeyen yerlerdeki yolları, beklenmedik rastlantıları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği ayrılıkları düşünebilmeli, hâlâ anlaşılmamış çocukluk günlerini; sevindirici bir şey söylediklerinde anlamayıp kırdığımız anne babaları; o kadar çok derin ve ağır değişimlerle garip, tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını; sessiz ve kapanık odalarda geçen günleri; deniz kıyısındaki sabahları; denizi, denizleri, yukarılarda çağıldayan, yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini düşünebilmeli.”

11 Nisan 2020

Gökyüzüne, doğaya gözümü kapamadım. Karıncadan file uzanan bir çizgide bütün varlıklarla dost olduğumu sanıyorum. Ne var ki tüm varlıkların özünde insanı görürüm. Dünyanın ekseni, gökyüzünün rengi, denizin derinliği, doğanın anlamı insan. Dövüşmüş, küsmüş, barışmış, arkadaş olmuş bütün kişiler benim için insandır ve aynı çizgidedir. Yalnız bana göre değil bu yargı. İnsanı kutsayan bir yargı, sanıyorum. Hepimizin ortak yargısı.
Dostluklardan çok düşmanlıklar, yakınlaşmalardan çok sürtüşmeler, barıştan çok savaş, zenginlikten çok yoksulluk, mutluluktan çok mutsuzluk, sütliman bir ortamdan çok dalgalı ve karmaşalı bir ortam bana yaşamın tadını, çabanın, var olmanın tadını vermiştir ve tanıklığını yapmıştır.
Yaşama sevincini de ben bu özde aradım. Gözlerimi yumsam da, açsam da dünyanın çevresini kuşatabiliyorum. Sular akıyor, çiçekler açıyor, kuşlar uçuyor, fırtına deniz, yağmur, kar… Kar altında, çadır içinde, inde, kovukta, beş bin yıllık Eti evlerinde insanlar… Ve öte yanda köşkler, saraylar, saraylar içinde insanlar. Acılar, açlar, neşeli ve toklar…Bütün bunların arasında çağlayan gibi insanı gene duyuyorum ve yaşadığımı duyuyorum. Dünyanın atmosferi, kabuğu, magması, ekvatoru insan bana göre.
İnsan yığınları, toplum, topluluk…İnsansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim. Üç beş kişiyle sinema seyredemedim. Üst Üste ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir minibüs bana yaşamı vurgulamıştır. Şunca yaşamın içinde ölü için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığı, yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzüldüm ve üzüntümün ağır yanı burasıdır. Ölümümde eşim, çocuklarım, en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsın, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konferans dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil. Yaşam var dağ gibi… Yaşam var gökyüzü, deniz. O insana şaşarım bin bir meyve yüklü ağacın altında yere düşen sararmış bir yaprağa üzülsün

Seni beklemek, hiç gelmeyecek bir treni beklemek gibi. Bir gün olur ya ışığını görürsem, raylara inip ellerimi iki yana açacak, bana çarpıp darmaduman etmeni sağlayacağım.

07 Nisan 2020

“Üzerinde gerçek bir kontrolünüz olmayan şeylerle mücadeleye girmeyin. Sizin mutluluğunuz üç şeye dayanır: iradeniz, karşılaştığınız olaylarla ilgili fikriniz ve bu fikirleri işleme biçiminiz. Asıl mutluluk dış koşullardan bağımsızdır. Dış koşullara kayıtsız, ilgisiz kalın. Sizin mutluluğunuz yalnızca içinizde bulunabilir.”

04 Nisan 2020

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı…

02 Nisan 2020

İnsanın içine, derinlerine kadar nüfus etmiş olan acı his, siyah bir kabusta aksırarak boşalır. Bu nedenle yeni güne uyanan bireyin bedeni adeta yenilenir. Öfkesi taşmak üzere olan ruh, arınarak özgürce nefes almaya başlar. Beden ve ruhun yeniden tanışması tam da bu noktada başlar.