04 Eylül 2018

İnsan kendini özgür hissettiği anda bir yere ait olmama hissi başlıyor. Yaşadığınız yerin duvarları üstünüze geldiğinde bir kaçış rotası oluşturmaya, arayış içerisine girmeye başlıyorsunuz.
Elbetteki yerin önemi var. Her coğrafyanın insanın ruhu üzerinde bir çok olumlu veya olumsuz etkisi var. Doğru coğrafyayı bulmak için ise enerji, bir miktar para ve biraz da  cesarete ihtiyacınız var. Aksi durumda kabuğunuzdan hiç çıkmadan rutin saçma dünyanın getirdikleriyle yetinmeyi bilmelisiniz.
Unutmadan iyi bir ayakkabı da almak, kat edeceğiniz her km için çok değerli. Zira uzun yollar yürürken bir yandan keyif alıp bir yandan acı çekmek yersiz bir tutku.

03 Eylül 2018

Aşık olacak gibisin, gözlerinde atıyor kalbin 
Ve bir eylül akşamında yaprak çıtırtılarıyla yürüyorsun 
Yürüyorsun, yürüyorsun 
yeniden gel, ben oradayım
uzun zaman oldu
bekliyorum, seni bekliyorum
seni yeniden görmek için
gel, bir gün gel
beni aynı yerde bul
beni öp, göreceksin
her şey eskisi gibi olacak

29 Ağustos 2018

"Gövde, ey yaratık, evet, tanışıyoruz, sen ve ben!
Seninle buluşmak için koştum belki de
şimşek yüklü bir bulut gibi
Ah bu bir anlık ışık, bu infilak
felaketten sonra gelen bu büyük sessizlik"
Atatürk'ün hayatındaki en zoru günü 26 Ağustos 1922'dir çünkü bu tarih Türklerin Anadolu'daki son bağımsız günü olabilirdi. Atatürk de bunun bilincindeydi. Devlet 1911'den beri tam 11 yıldır savaştadır. Tükenmek üzeredir. Atımlık tek barutu kalmıştır. Atatürk 1921'de Sakarya Savaşı'nı kazandı fakat ordunun önemli bir kısmı firar etti. Üstelik mevcut subayların çoğu şehit oldu. Yunan ordusu ise Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir eksenine İngiliz destekli "muazzam" bir savunma hattı kurmuştu.
İngilizler bu savunma hattı için "Türkler 6 ayda geçerse 6 günde geçmiş sayabilirler" diyordu. Savunma hattı o kadar sağlamdı. Atatürk de bunun bilincindeydi. Uzun süre vuruşamazlardı. Savaş uzarsa cephane, erzak, para vs yetmezdi. Batı Anadolu Yunan toprağı olurdu.
Bu nedenle düşmanı tek vuruşla imha etmek ve Anadolu'dan atmak gerekiyordu. Atatürk bu iş için riskli bir plan oluşturdu. Ya büyük bir bozgun ya da büyük bir zafer olacaktı. Bu planı sadece üç Mustafa biliyordu: 

Mustafa Kemal,
Mustafa İsmet,
Mustafa Fevzi..
Yunan ordusu Ertuğrul Bey, Osman Bey, Orhan Gazi gibi tarihi şahsiyetlerin mezarlarını çiğniyor, üç Osmanlı başkentinde Türkleri aşağılıyordu. Meclis savaşmak için Atatürk'e baskı yapıyor fakat 27 Temmuz'da futbol maçı düzenliyor, Ağustos ortalarında Çay partisi veriyordu.Türk'ün savaşı hileli olur. Attila'dan Kılıçarslan'a, Selçuk Bey'den Fatih'e, Timur'a ve Mustafa Kemal'e... Türk tarihi savaşta hileyi sanatçı gibi kullanan mareşallerle doluydu.

Futbol maçı ve çay partisi işin hilesiydi. Mustafa Kemal savaşın son hazırlıklarını yapıyordu.
Meclis'te Atatürk öyle eleştiriliyordu ki... Bu eleştirileri duyan Yunan ordusu, Türklerin içine düştüğü durumdan keyif alıyor, rahat bir şekilde olan biteni izliyordu. Atatürk'ün istediği de buydu. O, muhaliflerini de hilenin bir parçası haline getirmişti.
Savaştan birkaç gün önce, Çay partisi verildiği esnada hızlıca Konya'ya geçti. Telgraf ve posta teşkilatı basıldı. Kontrol altına alındı. Geldiğini duyurmak mümkün değildi. Oradan cepheye geçti. Savaş planı masaya kondu. Paşalardan itiraz eden oldu.Harbiye'nin eski stratejisti Yakup Şevki Paşa itiraz etti. Paşa'ya göre bu delilikti. Kaybetme riski yüksekti. Başarısızlık halinde Ankara düşer, Milli Mücadele kaybeder, Anadolu tamamen işgal edilirdi. Plana göre cephanenin ikmali mümkün olmayacaktı. Yani kurşun biterse işimiz kılıçlara kalacaktı. Makineli tüfeğe karşı kılıç... Yakup Paşa buna onay veremiyordu. Haksız sayılmazdı.

Atatürk "İkmali düşmandan yaparız" demişti. Yani düşman ele geçmezse imha riski olacaktı.Tartışma uzayınca Atatürk "Uğraşa uğraşa, ancak 1 yılda düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de, tehlikesine rağmen, bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum" dedi.Yakup Paşa "Bu planla kaybedersek bize vatan haini derler. Bu meclis bizi asar" diye itirazını sürdürünce Atatürk net konuştu: 

"Korkmayın paşam. Sorumluluk bana aittir. Kaybedersek beni hemen asarsınız!"  Peki ne yapılacaktı? Plan neydi? Esasen Yakup Paşa haklıydı. Atatürk'ün planı ters cepheydi. Taarruzdan bir gece önce ordunun neredeyse tamamı mevzileri terk ederek yer değiştirecekti. Bu durum fark edilirse koca ordu hareketli halde yakalanır ve bir gecede imha olabilirdi.
Taarruzdan bir gece önce, 25 Ağustos günü, hava karardıktan sonra ordu harekete geçti. Cepheyi terk ederek, Şuhut dağları arasından, bir patika vasıtasıyla Yunan hattının güneyine sızdı. Kimse fark etmedi.Koca milletin kaderini değiştirecek ordu, koca toplar, silahlar, onca yük... Sessiz sedasız şekilde varması gereken yere vardı. Sabahın ilk ışıklarından biraz önce bombardıman başlayacaktı. Dakikalar geçmek bilmiyordu.Tan ağarmaya başladığında İsmet Paşa bombardımanı başlatacaktı. Fakat hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Etrafı sis bastı. Toplar kör olmuştu. Bu şekilde bombardıman başlamazdı. Herkes şaşkındı.Hava gittikçe aydınlanmaya ve fark edilme riski yükselmeye başlamıştı. Sis dağılmıyordu. Mustafa Kemal tepedeki karargahından çıktı. Canı çok sıkılmıştı. sis dağılmıyordu. Yapacağı hiç bir şey yoktu.
Oldukça stresli görünüyordu. Vakit akıp gidiyordu. Bir ara yerinden ayrıldı. Bölgedeki kayalıkların bulunduğu yere gitti. Yalnız başına kayaların arasına girdi. Etraftakiler şaşkındı. Kayalıktan çıkıp yürüdüğü esnada ekipten biri makinesini aldı ve o tarihi anı fotoğrafladı.
Havanın iyice aydınlanmaya başladığı saniyelerde sis bir anda dağılmaya başladı. Düşman mevzileri görünür hale geliyordu. Vakti gelmişti. Derhal bombardıman için İsmet Paşa'ya talimat verildi. 

26 Ağustos 1922 günü, saat 05:30'da Türk topları sessizliği bıçak gibi yırttı.
Cephane kısıtlıyıdı. Topların mevziyi yok edene dek bitmemesi gerekiyordu. Aksi halde taarruz yapılamazdı. Üstelik ordu dağlık arazide çok ters bir halde kalacaktı. 

Toplar birbirini ardına ateşlenirken, Mustafa Kemal'in stresi arttıkça artıyordu!Yaveri ve koruması Yarbay Muzaffer Kılıç onunla birilikte bombardımanı izlerken, Mustafa Kemal'in fısıldadığı cümleleri işitti: 

Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!"İsmet Paşa'nın bombardımanı bir sanat tablosu gibiydi. Yunan mevzileri tam isabet vuruluyordu. Yunan karargahı bu baskını "gerçek taarruzu gölgelemek isteyen kandırmaca" olarak algılamıştı. Asıl hamle doğudan bekleniyordu. Oysa ordu güneydeydi. Hile adım adım işliyordu.
İsmet Paşa'nın topları kısa sürede Yunan mevzilerini parçaladı. Sıra Türk askerindeydi. Tepeler birer birer sarılıp ele geçirilmeye başlandı. Bu sırada Yunan karargahı, İzmir'de bulunan Yunan başkomutana erişemiyordu. Çünkü telgraf hatları kesilmişti.Gelen haberler nedeniyle karargahın kafası karışıktı. Güneydeki baskın gerçek bir taarruz muydu yoksa şaşırtmaca mıydı karar verilemiyordu. Komutan Trikupis her ihtimale karşı birlik kaydırmaya başladığı sırada Yunan başkomutandan telgraf geldi.
Başkomutan Hagi Anesti, baskının bir şaşırtmaca olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle birlik kaydırma hamlesi durduruldu. Bu esnada Türk ordusu bölgeyi iyice ele geçirmeye başladı. Ağutos'un 29. günü Türk ordusu Yunanı Dumlupınar'da çevreledi. Düşman kurt kapanına girmişti. Türk askeri süngü hücumuna kalktığı esnada Atatürk adeta sinir boşalması yaşadı. Ateş hattına gitti. Siperlerin üzerine çıktı. "Hagi Anesti! Gel de ordularını kurtar!" diye haykırdı!
Ağustos'un 30. günü Yunan ordusu imha edildi ve kaçmaya başladı. Fakat ordunun geri çekilip mesafeyi yeniden mevzilenmemesi gerekiyordu. Bu nedenle Atatürk o tarihi emrini verdi: 

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir! İleri!
Ağustos'un 30. günü kovalamaca başladı. İzmir'e 400 km vardı. Asker yorgundu ama emir kesindi. Önce Uşak'a girildi. Akabinde Yunan ordu komutanı Trikupis, 2 Eylül'de esir alındı. Mustafa Kemal de orduyu takip ediyordu.
Türk ordusu 400 km'lik hattı 9 günde geçerek harp tarihi açısından emsali görülmemiş bir iş yaptı. 2 Eylül'de Eskişehir'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül'de Aydın'ı, 8 Eylül'de Manisa'yı geri aldı ve 9 Eylül'de İzmir'e girdi.

Yunan'ı denize döktü!
Türk askerinden hemen sonra, 10 Eylül günü Mustafa Kemal İzmir'e girdi. Tüm Anadolu bayram ediyordu! İzmir kurtarıldıktan kısa süre sonra, bir gemi limana yanaşıyordu! Mustafa Kemal taarruzdan hemen önce Fethi Bey'i İngiltere'ye göndermiş, sorunu savaşsız çözmenin çarelerini aramakla görevlendirmiş, fakat işe yaramayınca önce Roma'ya akabinde İzmir'e geçmesini emretmişti.Fethi Bey de, "Herhalde Yunan ile yeni görüşmelere başlayacağız, zaten Yunan başkomutan da İzmir'de, o yüzden oraya gönderiyor" diye kafası karışık bir şekilde emri kabul etmişti.Fakat Mustafa Kemal Fethi Bey'i Yunan'ın Smyrna'sına değil Türk'ün İzmir'ine çağırmıştı. Fethi Bey'in gemisi limana yanaştığında, limanda Yunan değil Türk vardı. 

Atatürk İzmir'e Fethi Bey'den önce varmıştı! 35'e selam olsun!
Bir kaç gün sonra Atatürk ve diğer paşalar Kordon'daki Kosti'nin meyhanesine gider. Manzaralı masaya geçilir. Atatürk "Hagi Anesti burada rakı içti mi" diye sorar! Hayır içmediler diye cevap verilir. 
Atatürk cevap verir:
Madem rakı içmeyecekti, ne halt etmeye İzmir'e geldi!

28 Ağustos 2018

Delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, 
var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor.
Bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla
uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen 
gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla. 
Onu sürükleyeceğim. Sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak,
tanımlanabilir gün ve gecelere mal-edilemeyecek bir aşk

27 Ağustos 2018

Koyun gibisin kardeşim, 
gocuklu celep kaldırınca sopasını 
sürüye katılıverirsin hemen 
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. 
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, 
hani şu derya içre olup 
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. 
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. 
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer 
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, 
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim! 

25 Ağustos 2018

"Ben neye sevdalıyım böyle, bilmem
Binlerce yıldız kayıyor kanımda.
şöyle dolaşmak, yıllarca, yüzyıllarca
Hür, yayan yıpıldak vatanımda.."

03 Ağustos 2018

“Bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş, çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil.”

02 Ağustos 2018

“Belirsizlik, kesinlikten çok daha kötüdür; kısa süreli olan büyük bir korku, belirsiz fakat hiç bitmeyen bir korkudan daha az zahmet verir.”

31 Temmuz 2018

Bazı zamanlar yazacaklarımı bir yere hızlıca not almak istiyorum. Zira tekrar hatırlamaya çalıştığımda kurduğum kısa zincir aklıma gelmiyor. Umarım Alzaymır başlangıcı olmuyorumdur.
"...ama er geç, ben de unutacağım, değil mi? Bütün hatıralarım silinip gidecek. Peki ben ne olacağım? Telefon numaraları bir şey değil de. Benim şahsiyetim ne olacak?

26 Temmuz 2018

Yanmış bir orman alanının canlandırılması 10 yıl, yeniden ormanlaşması 50 yıl alıyor. Yanmış, körleşmiş bir vicdanın ıslahı ise imkânsız. Vicdansızlık kendini sokan bir akreptir.


20 Temmuz 2018

Yazmak için yazmak da bir saçmalık. Huzuru nerede, kiminle ne ile bulabileceğini aramak gibi... Benliğini aramak, yalnız kalmak...
Bu arayış bile insanı yormaya yetiyor, kimi Ege'de mavi-yeşil bir huzurla, kimi Ağrı'da zirve de, en tepede.
Ya sen? Ya ben?
Bir yerler var, bıkkın ruhuma iyi gelecek biliyorum. Zira bir 33 yıl daha çekilir değil bu tatsız sabahlar.
Kaygılarımızın bittiği gün mutlu olacağız. 
“İnsan yer yatağından kolunu uzattı mı hemen halıyla karşılaşır albayım. Sabahları kimseyi uyandırmadan, sessizce yola koyulurdum; gezici din adamları gibi. Yalnızlığın dinini yayıyordum. Ben Tanrı misafiriyim, kendisinin çok selamı var sizlere.” 

19 Temmuz 2018

"Ben fakir değil; tutumlu bir insanım. Asıl fakirler sürekli hayattan talepleri olan ve elde ettikleriyle yetinmeyenlerdir. Ben hafif bir bavulla dolaşıyorum. Bu bana istediğim hayat için yeterli zamanı veriyor. Asıl özgürlük yaşamak için kazandığın zamandır"

18 Temmuz 2018

Kapı ne kadar dar olsa da 
Cezalarım ne kadar ağır olsa da, 
Hayatımın efendisi de benim ruhumun kaptanı da!

Mandela

16 Temmuz 2018

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

10 Temmuz 2018


Vurulmuşum
Düşüm gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam Kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz yargısız...
Zaman sağır hakim 
Aşk kör yazar
Vefa lal müzisyen olduğu bu zamanlarda
Acılar ile harmanlanmış haritalarda
Zulum yutup nefret kusmuş bu yollarda
Samimiyetsiz odalar ve sevdasız ocaklarda 
İnsan insanın halinden ne kadar anlar
Bu dünyada herkes vefa eksikliğinden ölecek yaşta 
Vefanın unutulduğu bu çağda 
İnsan insanın halinden ne kadar anlar
Sevsek
Gözlesek
Özlesek
Ağlasak 
Verdiğimiz tüm emeklere hayıflansak
Sussak konuşsak ve tekrar sussak
Sevsek sonra yine
Gönlümüze her geleni baş üstünde ağırlasak 
Ve her sorduklarında iyiyim diye yanıtlasak
Bizim halimizden kim anlar
Nasıl anlar haldaş
Her şeyi bırak bir kenara ve söyle bana
İnsan insanın halinden ne kadar anlar haldaş..
“Psikanalizin bir bilim olup olmadığının söylenmediği bugünlerde, bir sanat olduğunun söylenmesi belki de şaşırtıcı değildir. Bir konuşma tedavisi olarak, kullandığı araç çoğunlukla dil olduğu için de, benzerliğinin en açık olduğu sanatlar edebi sanatlardır. Güven veren analojiler kurmaya yönelik telaşlı çabalar konusunda edebiyat, bilimin ardından en ümit verici alandır.”

09 Temmuz 2018

“Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol”

02 Temmuz 2018

Vicdan denen şey bağırsak gibidir. Sen uyurken de çalışır. Köreltsen de insaniyetini; işlediğin o korkunç cinayet, çıktığın idam sehpasıdır. Sımsıkı düğüm olur boynunda, kurbanının yağlı urgan gibi elleri. Kimse katil olduğunu bilmese de, her gece kendin asarsın kabuslarında kendini. Bağırsak vicdan gibidir. Derdin boşaltmaksa içini, kendin çekersin ipini. İnsan dener ve yanılır.

29 Haziran 2018

Beklemiş sözler. Bekletilmiş sözler
Öksüz kalır kaçınılmazdır.
Ya da yanlış yerlerde, yanlış kişilere kullanılır
Nasıl saptanır bir ömürde bir dilin kırıldığı yer?

26 Haziran 2018

dönersen ıslık çalarsın
yol uzun, su karanlık
otur bir çardak altına
bırak biraz yağmur yağsın
16 yıldan geriye kalanlar, 

Koyduk mu?
AKP'li bir arkadaş sormuş;
Koyduk mu demiş. EVET koydunuz tebrk ederiz. Gerçekten bizim için acı oldu.
Anlamadığımız şu, niye bu kadar sevindiniz ilk defa koymuyorsunuz ki, 16 yıldır sürekli koyuyorsunuz.
Masumları kumpasla hapse koydunuz,
Genel kurmay başkanını kumpasla kodese koydunuz,
Feto'yu adam yerine koydunuz.
Halkı asgariye köle edip, paraları cebinize koydunuz,
Çözüm sürecini bir fırına bir buzdolabına koydunuz,
Medya'ya el koydunuz,
Paket paket makarnalarla paket paket açılımlar koydunuz,
Torba Torba kömürlerle torba torba yasalar koydunuz,
Çalıntı sorularla üniversiteye akademilere Harp okullarına teröristleri, gerici yobazları, yandaşları koydunuz,
Suriyelileri sınavsız kamulara, Türkiye Cumhuriyeti'nin çocuklarını sokakta koydunuz,
Bakan vekil çocuklarına askerlik yaptırmayıp, gariban çocuklarını tabutlara koydunuz,
Yetmedi Adaletin, Ekonominin, Eğitimin, Hayallerin, Ormanların, Tarihin, Sanatın, Estetiğin, Devletin, Milletin a... koydunuz.
Bir Tek şeye koymadınız; Elinizi Vicdanınıza..

B. Atay
Edit 2018 Haziran


19 Haziran 2018

“Ayrılışlar yürek paralayıcı olabilir ama dönüşler kesinlikle çok daha perişan edicidir. Karşınızda gördüğünüz canlı beden, yokluğunda yansıttığı parlak gölgenin yerini asla tutamaz. Zaman ve mesafe keskin hatları bulanıklaştırır, sonra birdenbire sevdiğiniz geri döner, acımasız ışığıyla öğlen olur, ve her bir leke, her bir gözenek, kırışıklık, kıl, tüy bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.”
Ve sonra o deniz feneri, tabloya son anda giren ağaç, yıllar sonra hayatımıza yerleştirebildiğimiz roman sahneleri. Yerini geç bulan ayrıntılar, ertelenmekten tavsamış umutlar, artık bizim olmayan pek çok yanımız.

04 Haziran 2018


Çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım

31 Mayıs 2018

Neden birini çok sevmek, aynı zamanda o insanı derinden yaralamakla aynı olsun ki? Yani eğer öyleyse, birini çok sevmenin ne anlamı var ki?

24 Mayıs 2018

Kesik Çizgiler
Mutlu olmak için bir çok kaynağa ihtiyaç vardır. Bazen para, bazen sevgi bazen de iyi insanlar ile bir yaşam kurmak gibi.
Bu üç kaynağa sahipseniz gerçekten maddi manevi zenginsinizdir. Fakat bu üçgenin bir parçası eksik olduğunda ya yukarı doğru ivmelenen bir çizginiz olur yada aşağı inen. Hatta magmaya kadar inen bir dikme.
Bu iki çizgi arasında kalan boşluğu bir insanla doldurduğunuz zaman, işte hayat size o zaman bir denge şansı vermiş olur. Bu dengeyi korumamanın adına ise hayat mücadelesi adı veriliyor. Kendinizde eksik olan çizgileri karşı tarafın üçgenini kullanarak karşılıyorsunuz. Bu denkleme ortak payda buluşma da denebilir.
İşler ise her zaman bu şekilde denk gitmeyebilir. Zira çizgisinden çıkan kişi, size artık kesik çizgiler atmaya başladığında hayatınızın üçgeni yalnız bir balona dönüşür. Ve balon tehlikeli hava boşluğu taşımaya başlar.
Birbirinden bağımsız her canlının ortak nokta aramasıyla başlar boşluk doldurmalar. Ne zaman ki dolan boşluklar gaz kaçırmaya başladı, acil bir emniyet supabı bulunuz. Eksilen hayat, eksilen zamanı tekrar yerine koymak neredeyse mümkün olmayabilir.

Kızıl Kraliçe’nin yanı başında koşmakta olan Alice, hiç ilerlemediklerini fark edince şaşkınlığa düşer. “Bizim ülkemizde” dedi Alice, hâlâ biraz nefes nefese, “şimdi yaptığımız gibi uzun süre çok hızlı biçimde koşarsanız genellikle başka bir yere varırsınız.” “Yavaş bir ülkeymiş sizinkisi!” dedi Kraliçe. “Ama işte burada, aynı yerde kalabilmek için koşa bildiğiniz kadar koşmanız gerekir.”

22 Mayıs 2018

Eşin dostun yaşıyor bak bahçelerde
Sen çıplak bir doruğun üzerindesin
Tam rüzgârın engini sardığı yerde

Yekpare bir mavilik üstünden akar
Altında köklerini sıkan toprak var
Dertleşir durursun gölgenle

Bazan öyle yakın geçer ki kayan yıldızlar
Halini soruverecekler sanırsın
Dağılır üstündeki yeşil sükût
Ümitle kımıldanırsın

Bakma sana bir ad verdiklerine
Yerle gök arasında bir karaltısın
Ve bütün dünya seni unutmuş
Sanki kim bilecek yaşadığını
Gelmese dallarına birkaç fakir kuş

Ne de dolmaz çilen varmış
İlk defa kırağı yaktı canını
Aşkı sonra bulutların
Rüzgârın cilvesi değil miydi
Döken yapraklarını

Durmuşsun kırların bir ucuna
Ah senin halin köylü hali
Yaşarsın kıraç toprakta
Servi-simin misali