21 Ekim 2016

Oysa, her şey bir akıntıya kapılmış sürükleniyor dallar, taşlar, yıldızlar, bulutlar, hatta ölüler bile. Hiçbir şey hiçbir şeyi beklemiyor. Bütün bekleyişler bir yanılsama aslında, hem de gerçekliği kavranamayacak kadar büyük bir yanılsama; çünkü bekliyor görünen ne varsa, bekleyişinin içinde yavaş yavaş yürüyor; gizleniyor kimi zaman, daralıyor, dağılıyor ve biçimden biçime girip kendi özündeki sonsuzluğa doğru akıyor.

17 Ekim 2016

Ihlamur kokulu bir bahardı beklediğim. İçinde mis kokulu satırları olan, melankolik eylemlere karşı göğüs germeyi bilmeyen bir dost gülümsemesi gibi. Zamanın içinden geçerken alınan yaraların izlerini silmek gibi. Her lodosla sızlayan gün batımına söver gibi, hatırlamak gibi, hatırlamak istememek gibi..
“Belli, senin şiir falan okuduğun yok. Eğer okusaydın, bilirdin ki aşık adam sınanmaz.”

16 Ekim 2016

Hangi cümleyi kurarsak bu savaş bitecek? Hangi afili yazıyı yazarsak yaşananlara bir son vermeye yetecek?

11 Ekim 2016

Bazı kötü anlar, bazı kötü yollar bitsin diye, saymakla bitiremediğim beyaz çizgilerim ve rasyonel sayılarım var. 
Yürüyorum düş bahçelerinde
Gördüm, düşümden büyük bahçe yok
Yüreğimin kuşları konmuş telgrafın tellerine
Neşesi gurbet selamlarından çok
A benim dilsiz dillerim

05 Ekim 2016

Ayartıyor kalbini
Dolaşırsa kanında deli deli
Erirsin de çaresi yok
İncitiyor dur sakın ses etme
Bu satırı sen yazdın bu onun suçu değil
Öyle ol istedin, geber istedin
Teker teker nasıl yazdınsa
Öylesine bakmışsın
İşte o kadar
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

02 Ekim 2016

Bir öykünün içinde buluveriyorum kendimi. Portakal ağacı gibi turuncu, bir o kadar da yeşil. Öykümün nerede devam ettiğini, hayata nereden devam edeceğimi arıyorum. Bir rüya olmasını istiyorum. Kramplar içinde uyanıyorum, yüzümde dünden geride kalanlar, yüzlerinde garip gergin çizgiler..

Ne çok sevmek istiyor insan

“Ne çok sevmek istiyor insan, birini denizi geçerken mavi birini cumartesi gibi düşünürken kırmızı şaraba yatırılmış o aşktan gövdeyi, birini kopkoyu bir şiire batmışken ve birini o bir başkasını severken yana yana ne çok sevmek birini hem de çok ve hep yalan söylediği için sevmek ve şöyle demek: Meğer yalan söylediği için de sevilirmiş insan.
Yabancı bir ülke gibi özlerken birini hani bir kez gidilmiş de unutulmamış, o ülkeyi bir daha sevme isteği gibi, bazen de korkuyla ya hatırlamazsa diye gönlünde sulayıp durduğu o güzel ilki, İlk bakışma, ilk sarhoşluk, ilk sevişmeyi ve birini değil sessizce, teni, ruhu kendi bile duymadan sevmeyi ki böylesine yalnızca bir şiirde rastlanır belki…
Ve ne çok yazmak istiyor insan birini, o okusun diye değil ama birini kimse öyle güzel küsemez diye ağız dolusu susar ve gönül dolusu küser ve sesine bakıp bakıp da birini ağlamak ister gibi seviyor insan hani o “ruha ağlamak getiren tren sesleri” gibi önce ayrılığı sonra sevmeyi, hep ayrılır gibi sevmek, sevmek istiyor. Birini ayrılık tenden ruhtan bakıştan da ama sesten uzağa düşmekmiş en çok çünkü nereye gitse sesine dönermiş ve sesinden toplanırmış her ayrılıktan sonra döndüğü o siyah günler gibi insan.”

29 Eylül 2016

“Beni boşver. Konu ben değilim. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 873 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü.”

26 Eylül 2016

Ne Tuhaf

"Kalabalık kuytularda boğulur çığlıklarım
Kuru bir teselli bulurum ben kendi halime
Vazgeçilmez tutkularda kaybolur yaşadıklarım
Dağılıp giden bir sis halinde"

20 Eylül 2016

Fransız düşünür Saint Simon’un öğrencileri, insanların birbirlerine muhtaç olduklarını göstermek için düğmeleri sırtında olan ceketler giyerlermiş. Biz de sırttan düğmeli ceketler giyelim ve içinden sadece akıl, ahlak, vicdan ve adalet geçen cümleler kuralım.

16 Eylül 2016

"Gözyaşlarımı ağabeyimden saklamaya çalıştım, dışarıya baktım. Sokaklardan, caddelerden geçiyorduk. Bir sürü araba, üstüste insanlar, kalabalık... Herkes birbirinin yaşamından habersiz bir yol tutturmuş gidiyordu, kimse kimsenin umurunda değildi; kimse böyle bir çaba içinde de değildi. Derin bir nefret duydum. 'Hapse girmek istiyorum, çünkü bu kalabalığı hiç sevmiyorum,' dedim içimden. Sinirlerim bozulmuştu. Selimiye'nin kapısından çıktığımdan beri büyüyen boşluk sonunda en üst düzeyine ulaşmıştı." 


Bu topraklarda bazen yalnız, bazen kalabalık, bazen de bir fikir suçlusu olursun. En çok da yalnız fikir suçlusu... Düşündüklerin kalabalıklara ağır gelir. Dört duvar arasında daha çok üret diye, daha çok kalabalıklara seslen diye rutubetli ortamlarda solur ve yazarsın. Kelimelerin yükü eli kana bulanmış, savaş çığırtkanlıkları yapanların kahpe oyunlarıyla ömründen çalar.

Bir kadının veyahut bir adamın yaşanmışlıklarını anlayıp hissetmek mi istiyorsun?
Alnındaki çizgilere bak! Avucunda hisset. Yorgun bir gülümseme bile şu boktan hayatı özetleyebilir. Bir insanı tanımaya çalışırken kendi acılarından yola çıkmadan, yeni yaşanacak anılara, heyecanlara ortak etmeye bak.
Geçmişe takılma. Sen ağlarken ağlayan değil, güldürebilen yaralarını iyi eder. İzi geçen yaralar vardır. O yaralara dokun. Kalbine dokun!