29 Kasım 2020

İnsanın her geriye düşüşü, her kaybedişi, yeni başlangıçların temeli esasında. Kendimizi dünyanın merkez odağına koyduğumuz gün, ben de varım dediğimiz zaman iç huzura bir  adım daha yaklaşıyoruz demektir. Dünyanın merkezi deyince, insanlardan soyutlanmak yada ben yarattım maneviyatı değil kastettiğim. Bu ahir yaşam da ben de bir iz bırakıp göçtüm demek.

24 Kasım 2020

Daha yükseği amaçlayan ve o yoldaki ilerleyişe kendisini kusursuzca ‘adayan’ bir insan, dağları yerinden oynatabilir, görünüşte içinden çıkılamaz durumlara çözüm bulabilir ve zorlukları daha üst seviyedeki durumlara dönüştürebilir.

Oluş seviyeni yükselt. Daha yükseği hedef al.

Düşleme sanatının, inanma ve yaratma sanatının olanaksızı olanaklı hale ve sonunda da kaçınılmaz olana dönüştürebilme kapasitesi olduğunu anlayacaksın.

Bu, bütünlüğünü sağlaman için birinci koşul.

Neye inanırsan inan hepsi bilmece
Çözmeyi unuturlar sıra sana gelince
Biri yapmış bir resim ona benzeyeceksin
Çizgilerden taşarsan pek sevilmezsin
Kahveyi bile saat yönünde karıştırırken
Kravatını düzeltirsin emrini yudumlarken

Ve yaşarsın, yaşadığını sanırsın
Tamam böyle kalsın...

22 Kasım 2020

Diplomanın en kötü yanı, öğrenmenin bittiği yanılgısını yaşatması. Oysa insan son nefesine kadar öğrenmeli.

15 Kasım 2020

Bazen de insan kendisini yaşamda üstlendiği rollerle kimliklendirir: “ben sanatçıyım”, “ben yöneticiyim”gibi. Bu roller de aslında hep geçicidir. Böyle olunca kişi gerçek olanın arayışına gireceğine, görüntüler dünyasının gelip geçiciliğinde savrulur gider.

09 Kasım 2020

Bugün telefon rehberimden tam 27 kişi sildim. Bunlar arasında en çok dikkatimi çekenlerden 2'si vefat etmiş kişilerdi. Bir şekilde onların numaralarını silmek, onları kalbimden sileceğim demekti sanki. O yüzden bu kadar bekletmiştim. Ama şimdi görüyorum ki onları kalbimden silmem mümkün değil. Her gün isimlerini görmesem bile orda durmaları hayatımda belki de hiç anlamlandıramadığım acı enerjilerin bir kısmının sebebi olabilir diye düşündüm. O yüzden numaralarını sildim. Ama kendilerini değil elbette.

30 Ekim 2020

Onu bir erkek öldürmedi, onu öldüren bu sosyal düzendi.
kadınların hayattaki amacının aşk olduğunu dayatan düzen.
Hava atmalık bir aşk. Öyle bir aşk ki uğruna ölünür gibi görünen, ruhumuza işleyen o lanet formül.
Acı veren gerçek aşkın gerçek aşk olduğu hissi. Bizi üzen, kızdıran, kafamızı kurcalayıp bizi darmadağın eden aşkın.
Bu hayatta iki tip ilişki vardır. En iyiyi yapmak için çabalamaya sevk eden ve bizi yok eden.
Biri bize huzur verir, biri huzuru alır götürür.
Neden sürekli yanlış seçimi yaptığımızı aklım almıyor. Neden bizi darmadağın eden ilişkiyi seçiyoruz?
Ama toplum ve klişeler bizi o kaosa sürüklüyor. Acının eğlenceli olduğunu öğretiyor ama değil. Yanlış. Acı sapkındır, heyecanlıdır ama acıdır işte.
Tekrar sevmeyi öğrenmeliyiz. Görevimiz budur.

25 Ekim 2020

Göğe salıncak kuralım.
İpleri masum hayallerden,
Oturunca uçacak.
Sallayalım gitsin bir yerlerden.
Gelir mi kaybettiğim çocukluğum geri?
Uzansam tutabilir miyim kaybettiğim evvelimi?

23 Ekim 2020

Yeni güne uyandığında dünyayı değiştirebilecek küçücükte olsa bir adım atabilirsin. Ancak geçmiş için yapabilecek bir santimlik adımın yoktur. Geçmişin maneviyatında takılıp kalmak her yeni güne biraz acı biraz da kederle başlamak demektir. 

Soğuk rüzgarı arkana al, hızını kesme ve arkana dönüp bakma.

20 Ekim 2020

Dar Ayakkabı…

O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler. Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde. Tek ayakkabı yapan dükkanında ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresini çizdi. O ayağımın çizildiği karton benim ayakkabı numaramdı. Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum. Babamın anlattığına göre ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı. Kapının her çalınışında koştum. Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, siyah-bağcıklı. O gün onları giymedim. Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim yeni ayakkabılarımı. Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum. Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım. Uyku girmedi gözüme. Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda sandalyede oturuyordum ben. Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı. Ama bunu babama söylemedim. O ‘Sıkıyor mu? ‘ diye sordukça ‘Hayır’ yanıtını veriyordum. ‘Dar, ayağımı acıtıyor’ desem, geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı. O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım, topalladım. Soranlara ‘Dizimi vurdum’ dedim, ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim.

Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir.

Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş…

Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre,

Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…

Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.

Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.

Canınız yanar.

Topallaya topallaya gidersiniz.

Sonradan öğrendim yaşamın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu…