17 Ağustos 2016

14 Ağustos 2016

Bir güzele meyl eyledim aklıma gark etti
Duyduğum o, duyurduğum o...

11 Ağustos 2016

Köpük Kokulu Sabahlar

Bir çocuğun idolüdür babası. Ben 6 yaşlarında babamın giydiği kumaş pantolanları giymek, siyah parlak kundura ayakkabılara sahip olmak isterdim. Sakal traşı olurken izlediğim hazzı ise büyüyünce alamadım. Köpük kokan sabahlara şahit olamadım. Büyüdüğüm de babamdan uzaklaşan ben miydim? Aramızdaki masum ilişkiyi bitiren koskoca yıllar mıydı? İnsan en yakınında olanı neden daha çok sevmez ki? Kolay erişilen neden kıymet bilinmez? Herşeye emekle mi sahip olunur? Sevgi, sadakat bunlar için büyük çalışmalara gerek yok ki. 
Birini seviyorsanız güzel anıların biriktirin. Zira zaman sevdiklerinizi aldığında en büyük acı geride ortak izlerinizin azalmasıyla can yakıyor.

ve küçük dünyamın büyük mutlulukları sona erdiğinde büyümüştüm. 

"Ben çocukken o kadar sessiz ağlardım ki bazen, kendim bile farketmezdim ağladığımı. Çoğu zaman gölgelere saklanırdım. insanların içine çıkınca da hep şirin, O başı okşanmak istenen sevimli kız olurdum. Ben hep kendimi nasıl sevdirebileceğimi düşündüm. Hiç kimsen yoksa kendini sevdirmek zorundasındır.
Babalarından şikayet eden kızları can kulağıyla dinlerdim hep. Benim kavga edecek bir babam olmadı. Bana bağırıp çağıracak, sonra da pişman olduğunda gelip ne diyeceğini bilemeyecek bir babam olmadı. Giydiklerime karışan bir babam olmadı. Okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri, dinlediğim müzikleri gizlice kontrol eden bir babam olmadı. Eve 5 dakika geç kaldığımda başıma bir iş gelmiş olabileceğini düşünen bir babam olmadı. Erkek arkadaşım olduğunu öğrendiğinde dünyası başına yıkılan bir babam olmadı. Çevrenin beni kötü yola düşürmeye çalışan adamlarla dolu olduğunu düşünen bir babam olmadı.
Bütün kızların vardı kavgalı olduğu bir babası. Ve hepsi bütün o kavgalardan sonra dönüp dolaşıp yine barışmışlardı babalarıyla. 
Birbirlerini anlamış, her şeyi affetmiş, eski günlere dönmüşlerdi.
Çünkü bir kızın kalbi her zaman babasına aitti. Babanın kalbi de kızına.
Benim hiç kalbim olmadı."

05 Ağustos 2016

Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...

Turgut Uyar / 89. Doğum Günü Yılına

04 Ağustos 2016

Öyleleri vardır ki, ufak tefek şeyler onları yaşatır da sert bir söz onları öldürür. Ben öyleyim işte. Sorun şu; yoksulluğun bendeki bazı özellikleri o derece keskinleşmiştir ki, bunlar benim başıma adeta dert açar, evet, ne çare böyle bu. Ama faydaları da vardır bunun. Bazı hallerde bunların bana yardımları dokunur. 
Yoksul aydın zengin aydından çok daha kuvvetli görür. Yoksul her sözcüğü kuşkuyla dinler, attığı her adım onun düşünce ve duygularına böylece bir görev bir iş yüklemiş olur. Onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur.

 Knut Hamsun
Yolda bir cigara yakmak canınız istese, kibritiniz de olmasa, gidip de kimden yakarsınız? Bir yol sormanız lazım gelse, kime sorarsınız? Bir kalabalığın toplandığı yerde, ne oldu acaba, diye kime dersiniz? Ben öyle adamlardan biriyim. Daha çok kendisinden cigara yakılabilen, yol sorulabilenlerden olduğum için hayatımdan memnun olduğum da olur, olmadığım da.

Sait Faik

27 Temmuz 2016

Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın

"Mutlu sonlar yalnızca bir duraklamadır. Üç çeşit büyük final vardır: İntikam, trajedi, bağışlama. İntikam ile trajedi genellikle bir arada gerçekleşir. Bağışlama geçmişin borcunu öder."
Çok merak ediyorum kendimi
Başıma birşey mi geldi
Öldüm mü kaldım mı
Hiçbir haber yok kendimden

25 Temmuz 2016

Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. 
Sait: Off... Nazım lan sen bilirsin, niye böyle akşam olunca bir hüzün çöküyor insana?
Nazım: Çünkü gün bitiyor abi. bir de zaman geçiyor tabi o ürkütüyor insanı. bitiyor yani. bir gün daha bitiyor. sonuçta bir son var, içten içe biliyorsun bunu. her akşam o sona doğru biraz daha yaklaşıyorsun yani. biraz daha. biraz daha. Nazım Hikmet ne diyor biliyor musun abi? 
Sait: Ne diyor lan?
Nazım: İnsan diyor, öleceğini bile bile nasıl yaşar? ya çıldırır, ya öleceğini unutur. rahmetli annem Hep derdi ya, "aman yaşadığım kadar mı yaşayacağım?"
Sait: Yani?
Nazım: Yani geldik gidiyoruz elde var sıfır.
Orhan: Hem de bir sürü sıfır.
Nazım: Alt alta koy hepsi yine sıfır ediyor.
Orhan: Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Nazım: Ama sıfırın da bir günahı yok yani, o da yalnız başına güzel öyle. Mesela her şey sıfırla başlar ama bizim elimizde hiç oluyor o. Biz de onunla beraber yavaş yavaş hiçe dönüyoruz."

24 Temmuz 2016

Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...

N.Hikmet

23 Temmuz 2016

Muazzam bir ege akşamında, duymak isteyipte duyamadığımız bir ezginin sonrasında kalan, mor leylaklar içinden geçip giden en güzel en kısa iki heceli isme...
Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna


17 Temmuz 2016

Halk Özeti

Halk “zavallı”
Halk “uyuşturulmuş”
Halk “kendisinden gizlenen gerçeklerle kör, sağır olmuş”
Halk “dinini bunlar yüzünden yanlış yaşamış”
Halk “ahlaklı”
Halk “dürüst”
Halk “namuslu”

Falan değil! 
Benim de ara ara yaptığım burnu büyüklükle onlara “halk” falan deyip, hümanist düşüncelerle “ah bir görseler gerçekleri” diyoruz ya; hah işte onlar o senin ‘gerçekler’ dediğin şeyin dibine kadar farkındalar. Onlar kandırıldıkları için o partiye oy vermiyorlar, onlar kendileri gibi oldukları için o partiye oy veriyorlar. Onlar senin sandığın gibi uykuda değiller, aksine senden on kat daha fazla uyanıklar.

O “halk” aslında kim biliyor musun?

O halk Atatürk Havalimanında çalışan taksici, o halk Cuma namazından sonra torunu yaşında kızın kıçına bakıp iç çeken tonton amca, o halk altın günlerinde üst katında ki günahsız öğrenci kıza “eve erkek alıyor, orospular doldu apartmana” diye dedikodu yapan hacı teyze, o halk tecavüze uğramamak için camdan atlayan kızın haberinin altına “zaten açık kapıymış, ne kaybederdi ki?” yazan türbanlı bacı, o halk daha geçen gün elimden zorla aldıkları, “çaldıysa çaldı, Ecevit, Sezer çalmadı mı? Bu hiç olmazsa müslüman, diğerleri siyonist köpeklerdi” diyen güvenlik görevlisi, o halk ambulansın peşine takılıp üç araç geçmeyi kar sayan trafikteki şoför, o halk ağzından “cahiliye devri” düşmeyen ama “kitap okuyunca başıma ağrılar giriyor” diyen adam, o halk “irkekler birbirini zikiyordu, Allah’ da Lut kavminin üzerine bela yolladı” diye derste anlatıp, akşam erkek öğrencilerinin üzerine çullanan dernek öğretmeni , o halk anaları, babaları öldüğünde üzülmeden önce “sana bir daire fazla düştü” diye saç saça, baş başa giren insanlar, o halk kendi yaşam alanında insan gibi yaşamak için sosyalist partilere oy verip; senin ülkende “müslüman caaanım” diye o partiye oy veren almancılar, gurbetçiler, o halk her ramazan ekranda ki sahtekar “kütük allah diyorduuu” dediğinde ağlayanlar, o halk ağzından “Tanrı Misafiri” düşmeyip Pippa Bacca’ ya tecavüz edip öldürenler, o halk rutin trafik çevirmesinde polise nereli olduğunu sorup en alttan, en üste otoriteye biat edip, yaltaklanmaya çalışanlar..

Halk; tek bir kitap okumayıp, her konuda fikri olanlar.

Halk; kendisi gibi düşünenden başkasının yaşamasını istemeyenler.

Halk; cehaletin hadsizliğinden, izlediği salak saçma dizilerden veya yarışma programlarından mutlu olanlar.

Hakikaten şunda bir anlaşalım bence; halk bu. Sen, ben, biz değiliz. Belki aynı parayı kazanıyor, belki aynı hayat standartlarında yaşıyoruz ama halk ne kandırılmış garibanlar, ne de senin onları sandığın kadar masumlar. Ortada bir savaş var ve bu ideolojilerin savaşı değil! Sadece iyi ve kötü’ nün savaşı!
Alıntıdır.

15 Temmuz 2016

Sevgi, özgürlüğün çocuğudur, hiçbir zaman baskının ve şiddetin değil. Seven, sevileni her zaman özgür bırakmalı, ve sevdiğinin ruhuna inanmalıdır. Daha iyi olanı değil, sana kendini daha iyi hissettireni seçmelisin. Mutluluk tanrıların bir hediyesi olmayıp insanın içsel üretkenliğinin bir başarısıdır.
Bir şeyi yapamayacağıma inanırsam, yapamam. Ama yapabileceğime inandığımda, başlangıçta buna gücüm olmasa bile bu gücü elde ederim. Geçmişin tehlikelerinden biri köle olmaktı, geleceğin ki robot olmaktır.

13 Temmuz 2016

sen ey kendiyle yetinen;
artık suyumuz bulanık,
bir güneş bile olsa sonunda
yolumuz kırık, önümüz karanlık
ve ağır tuğrası alnımızda
padişah yalnızlığın
ama yine de umudumuz kalabalık...

Bir Acıya Kiracı / Metin Altıok

11 Temmuz 2016

"Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens
"Çok sabırlı olmalısın" dedi tilki " Önce karşıma şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın"
Ertesi gün küçük prens yine geldi
"Aynı saatte gelmen daha iyi olur" dedi tilki. " Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı"

Küçük Prens

10 Temmuz 2016

Neruda: Benim şiirimle kızı baştan çıkarmışsın.
Postacı: Senin yazdığın şiirle kızı baştan çıkardığım doğru. Ama o şiir sana ait değil.
Neruda: Benim yazdığım şiirin bana ait olmadığını mı söylüyorsun?
Postacı: Evet. Şiir, yazana değil ihtiyacı olana aittir.

Postacı (Michael Radford,1994)
Vurulmuşum 
Düşüm, gecelerden kara 
Bir hayra yoranım çıkmaz 
Canım alırlar ecelsiz 
Sığdıramam kitaplara 
Şifre buyurmuş bir paşa 
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız...

09 Temmuz 2016

Bir bedene bir yere ait olma duygusu, umarsızca bedenini sardığında seni başka bir kişiye dönüştürebilir. Sonuçlarının ne olacağını bilmeden uçsuz bir okyanusun ortasına demir attığında gücünüzün tükendiğini, yeni doğacak günün neler getireceğini bilmeden çaresiz bir kurtuluş yolu ararsın. Binlerce mil uzakta bıraktığın, adına şiirler dizdiğin kadının ne adını ne suretini bir bakmışsın hatırlamazsın. 


06 Temmuz 2016

Aldanmak yaptığımız her işte
şaşmaz yazgısı hepimizin,
her sabah parlak işler tasarlar
gün boyunca budalalık ederim.
Birkaç arkadaşım var, kitaplarım, sevdiğim bazı şarkılar var, beni sevmediğine üzüldüğüm birkaç insan var, başka da pek bir şey yok.

04 Temmuz 2016

Belki herkesin dilinde şimdi bu firar
Belki verildi kararım, belki yoldalar

29 Haziran 2016

Kan kokan bu coğrafyadan gitmek istiyor insan.
Yarin yanağını değil, ellerini güvende tutmak istiyor.
Madem demir alıyoruz, öyle ağır ağır değil, rüzgarı arkanıza alıp geriye hiç bakmadan...
İhtişamlı bir kır düğün gibi, yaldızlı tagın altında hiç beklemeden,
ve piyanistin son vals ezgisi çalıyor

27 Haziran 2016

bir kıyı kahvesinde uyandık 
sizi sabah yıldızı sordu dediler 
el ele tutuştuk dışarı çıktık 
avuçlarımız göğe kapanırken 
elimiz bile denizdi karman çorman

21 Haziran 2016

Afilli Aforizmalar

Hayatın çok kısa olduğunu, aslında bir merhaba ve bir hoşçakal'dan ibaret olduğunu yalnız kaldığınızda değil, yaşlandığınızda anlarsınız. Bir kadın veyahut bir erkekle tanıştığınızda yada son yolculuğuna uğurladığınız bir yakınınız herşeyi özetler. Bu boktan hayatın bize ayrılan süresi madem bu kadar kısaysa, çıkalım yad ellere, tadalım her türlü şarabı.
Ölüm hoş geldi safa geldi.

16 Haziran 2016

İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların ”tecrübe” dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana ”tecrübeli” denir.

Kalbinizin sesini kaybettiğinizde, duygu radarınıza takılan kişiyi tahlil etmeniz daha da zorlaşabilir. Zira birini aklınızla değilde kalbinizle tahlil ediyorsanız zaten buna "aşk" denir. 
Yarınlara dedik, doldu.
Gelmiyor dedik, boşaldı.
Aşk dedik, doldu.
Sevmiyor dedik, boşaldı.
Sağlığa dedik, doldu
Batsın gitsin dedik, boşaldı
Hepimiz kıvırmakta ustayız
Bardağın yapacağı tek bir hareket vardı.
O da kırılmaktı...

13 Haziran 2016

İnsan bazen geçmişinden kaçmak ister. Kaçarken ise farketmeden geleceğinde ki gerçekler ile karşı karşıya kalır. Gerçeklerin Fransız masallarındaki gibi masum olmasını beklerken, en ağır romanının içinde kendini buluverirsin. Bir bakmışsın dipsiz bir kuyudasın. Üstelik duvarları ıslak. Çıkmak istedikçe gücün azalır, azalır..


Bu ahir ömrümde güvendiğim bir babam, bir de sol kaburgamdan geçen anoson kokulu şiir kitaplarını çok sevdim.

Acı Lakırtılar

Bazı kadınlar var ki; Kader dedikleri maneviyatı üç kuruşluk kahve telvesinden bekleyip, daha sonra milyonluk hayallere sahip olurlar.
Eksikliği kendi özünde olan bir kadın, aynaya sadece güzel görünmek için bakıyorsa, varsın telvelerden medet bulsun. Ümmet kalsın.

11 Haziran 2016

Beni bekleyen kader 
Sonsuza dek demir atmak olsun kıyına.. 
Boyun eğmez de kadere, 
Açılırsam denizlere sen olmadan 
Yalnızlık tek sevgilim olacağa benzer 
Işıksız geleceğim de. 
Ama gene de gel kollarıma 
Ödülü ol bu yorgun denizcinin, 
Sarhoş et varlığınla… 
Ya çakılacağım buraya seninle, ya da kaçıracağım seni Spartalı Helen gibi. 
Haykırarak açılacağız birbirimize 

10 Haziran 2016

Etrafımdaki her şey o kadar hareket ediyordu ki benim hiç kıpırdamadan anlamaya ihtiyacım vardı. Anladığımda bir şey hissetmeye ihtiyacım vardı. Bu halime alışmamaya ihtiyacım vardı. Bu çağa Hissizlik Çağı dediler, ama bence bu çağ Hırıltı Çağı. Hepimizin içinden bir ses geliyor, yaşadığına dair. Anlamı yok. Bu çağ, kesinlikle Hırıltı Çağı...

06 Haziran 2016

Ey Güle
Her sessizliğin göğsümde kafes, içimde çığlık oldu
Sensiz her yanım ağrılı, sızılı
Uykularım haram, düşlerim ağır
Kokun uzak dağ çiçeği
Hasretinin adı solumadığım Alacakaya, Ağın.. 
Ey Güle
Ruhum artık bende değil, ben ise ben değil

01 Haziran 2016

Geziyi Unutma

Bir Haziran sabahı hepimizi eşitledi sokaklar. Şiirlerle, şarkılarla, öfkelerle, özlemlerle çıktığımız meydanlarda gördük yeni sabahları. Biraz da kendi yalnızlığımıza başkaldırdık.

Sonra bir yel götürdü isyanımızı. Geride gülüşlerimiz, acılarımız, ölenlerimiz kaldı. Nasıl ki hepimizin olduysa gökyüzü, artık özlemler de hepimizin. Nasıl ki birlikte gördüysek sabahı, artık acı da hepimizin.

Bir hikayeyi nasıl birlikte yazdıysak, gidenlerimizin hayallerini de hep birlikte yaşatmak zorundayız. Biz bir Haziran sabahı birbirimizi fark ettik, artık başka türlü olamayız.

29 Mayıs 2016

Yanındayken yok olan insanları özlemek, kendi yokluğunun altına imza atmak demek.

17 Mayıs 2016

Güzellik gerçeğe benzemiyor aslında. Hayal gibi, rüya gibi, aslında masala benziyor. Oysa ki, hayat kusurludur. Kusur insanı gerçek yapar. Ben kusurlu birisiyim, bunu kabul ediyorum. Bu demektir ki ben gerçeğim. Peki gerçekte cazip gelmiyorsa,  rasyonel olan nedir?
Hayat bazen iyi bir kırmızı ev boyayıcıları parçası kadar ağır, gerçekten ağır… ritimsiz, gerçekten ritimsiz… Ve bazen hiç olmak istemediğin bir şehre sığınmak zorunda bırakacak kadar imansız… Örümcek Büyükannenin oğullarının önünden geçen bir patikada yürümek kadar tekinsiz, çok tekinsiz, salt tekinsiz…  Golfstrim’in sıcaklığı ve devasa sardalye sürülerinin varlığı kadar şüpheli…
Bazen cümleler başlar sonra biter, arası uzun bir boşluk…

16 Mayıs 2016

Sevginin sonsuz bir yalın hali var mıdır?
Sevişmenin ve ait olmanın olduğu gibi..
Kime dokunduysan ona gitmek nasıl bir ruhun paranoyasıdır efendiler
Karanlık da hepiniz aynı olabilirsiniz, lavanta kokulu olanınız hariç!

12 Mayıs 2016

Neşet'ime

Ay dost
Nasıl sırrın verirse bir derviş
bila iret bila rütbe
Kırşehir'in rütbesi sökülmez gayrı
Kolay değil böyle bir evlat verdi dünyaya
O Anadolu'nun üstünde tutuşan bir çığlık
onun sesinde ancak kalkabilirler böyle heybetli Avşar elleri göçe
ve Arap atları yakın ederken ırağı
olsa olsa böyle kişnerler
öyle komik öyle mucize
bazı ses vardır tanrı birini seçer çıkarsın diye o sesi
Kırşehir'in nasip almışlığı bundan
düğünlerde destan söyle o vakit
oysa şimdi sıkıcı bir davranış olabilir bu yaldızlı düğünlerde
yolda kervanın başlar sıkıntıları
acı verir her haykırış sanki kurşundur
Bolu dağlarında, Çukurova'da, kaytan bıyıkları kana batar yurdumun
ve kendi sol anahtarını yapacak kadar müzisyen
erişmesi zor bir ses, o ayar sesi buldum diyelim ay dost
böyle imanlısını nerden bulacaksın
böyle sesi olup da satmayan yiğit dünyanın neresinde görülmüş

11 Mayıs 2016

Virgülün noktaya evrildiği bu saatlerde iki yanında iki gürültünün genç kızlık hayallerini
bastırdığı salaş kentte kimsenin göremeyeceği metafizik yaralar kanar. Ve yine bilmez çok kişi şehirler son meyhaneler kapanıp son sarhoş son kusmuğunu karıştırınca logarlara, gün dökümünü çıkartıp kırılan kalpler için ağlar!

10 Mayıs 2016

Sana birşey söyleyeyim dostum. Umut tehlikeli birşeydir, umut bir insanı delirtebilir. İçerideyken hiçbir faydası yoktur. Bu fikirden vazgeçsen iyi olur.

06 Mayıs 2016

Delikanlım!
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin...

02 Mayıs 2016

Söz istemeyen haller vardır ya! Onları nasıl anlatacağız. İçimizi nasıl boşaltacağız...
Mekanı seçmek hikayeyi seçmenin yarısıdır. Sonra yarası olur. Sonrası hep kül.

30 Nisan 2016

"Önce kelime vardı" diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimeden önce de yalnızlık vardı ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti. Yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde kayboldu...

26 Nisan 2016

Bir düş düşlersin ve içine kahramanlar koyarsın. Bu kahramanlar senin yanında yer aldığın savaşta bazen kaybeden olur. Sonuç olarak birlikte kaybetmiş olursunuz. Takım olmak gibi. Düşlerimde artık ne bir kahraman var ne de takım olup yürütebileceğimiz bir savaş. Savaşlar ölümlerle sonuçlanıyor hem.

Birine dokunmak onu sevmek miydi?
Hayır!
Ne istiyoruz peki? Ne bekliyorduk adil olmayan bu dünyadan...
Ucuz olan şarap şişesini mi? Hıç kırılmayacak olan bir kalbi mi?

24 Nisan 2016

Sırf başlayıp bitirebildiğim bir hikayem olsun diye. Bıktım ardımda yarım kalmış hikayeler taşımaktan. Çünkü bizzat ben yarım kalmış bir niyetim. Anlamlarını bilmeden sevip dinlediğimiz şarkılar var ya, işte biz böyleyiz. Sesin kıvrılıp büküldüğü yerde ıslanıyor gözlerimiz. Nedenini soruyorlar bilemiyoruz, kimseyi ikna edemiyoruz...
Keskin bir Mürefte şarabı gibi dağıldım yine.

Ne çabuk dağılıyor benim düşüncelerim...
Ne kolay yıkılıyor inançlarım..
Ne kadar sık değişiyor benim kararlarım...
Ben herşeyi ne kadar çabuk unutuyorum...
Ben herşeye ne çabuk alışıyorum...

18 Nisan 2016

Tanıklık

Mecburi hizmet sırasında şahit olduğum onlarca ölüm vakasında, savcının cesedi teşhis için çağırdığı kişinin yüzüne bakardım ister istemez. Yüzlerinde, bir görevi yerine getirmenin sessiz baş eğikliğinin yanı sıra, öleni son kez görmenin merak ve acısının da birleştiği o tuhaf resmi görürdüm hep.
Bir tarihte, göstermelik de olsa, 12 Eylül faşist cuntasının başı Kenan Evren mahkemede ifade verdi. Müdahil avukatlardan biri, bir fotoğraf göstererek şahsı tanıyıp tanımadığını sordu. Evren, başını 'hayır' anlamında iki yana salladı. Aslında beklenen ve olması gereken bu değildi. Evren, fotoğrafa dikkatlice bakarak ve hiç gözlerini ayırmadan şunları söylemeliydi: “Bana gösterdiğiniz fotoğraftaki kişiyi tanıyorum. Kendisi 17 yaşında bir çocuktur ve adı Erdal Eren’dir. Başında olduğum Milli Güvenlik Konseyinin onayıyla ve yaşı büyütülerek asılmıştır. İdam ederek öldürdüğümüz 50 insandan biridir.”
Aynı duruşmada bir başka avukat kanlı bir fotoğraf gösterdi Evren’e. Evren, yine hiçbir şey söylemedi, önüne baktı. Fotoğraftaki kişinin yakınlarının yüzlerine bakamayacağını biliyorum; lakin şunları söyleyebilirdi pekala: “Bana gösterdiğiniz fotoğraftaki ceset Süleyman Cihan’a aittir. Gözaltına alındıktan sonra elleri kelepçeli işkencede öldürülmüştür. Darbeden sonra yıllarca, gözaltında ya da işkencede öldürülmesine göz yumduğumuz yüzlerce insandan biridir.”
Bir başka duruşmada ise, Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz, elinde oğlunun fotoğrafıyla adliye salonuna girdi. Sanıklara "nasıl kıydınız Ali’me? Siz çocuklarınızın yüzüne nasıl bakıyorsunuz?" diye sordu.
Anne Korkmaz, elindeki oğlunun çerçeveli büyük fotoğrafını, ifade veren sanık polisin suratına tutup, "Oraya değil buraya bak, “çocuğum var” derken gözlerimin içine bak" dedi.
Savcı, Ali İsmail’in masum bedeninin yatırıldığı soğuk mermerlerin başına teşhis tanığı olarak kimi çağırdı bilmiyorum. Ali’yi acımasızca döven polisleri çağırmamıştır kuşkusuz. Çünkü sanık polisler Ali İsmail’i tanımadıklarını söylediler. 
Orada olsaydım, mutlaka morga gider, savcıyı bulurdum. Mermer masanın yanında beklerken, yavaşça uzanır, Ali İsmail’in elini tutardım. Usulen değil, tüm kalbimle yemin ederek tanıklık yapardım: “Gösterdiğiniz genci tanıyorum. Adı Ali İsmail Korkmaz’dır. Kardeşimiz olur. Sıcak bir Haziran gecesi eli sopalı ve silahlı katiller tarafından dövülerek öldürülmüştür. Bu durum içimizi yaksa da bizim için anlaşılmaz değildir. Çünkü “egemenler iktidarlarını ortak bir öldürme suçunun üzerine inşa ederler.” Onları bir arada tutan suç ortaklığıdır ve onları bizden ayıran şey bizi birleştirecektir. Her şeyin farkındayız. Çöküş dönemlerinde kurban sayısı artar ve bu yüzden Anadolu’da, “zulmün artsın ki tez zeval bulasın” denir.”
Sonra Hatay’a, Ali’nin memleketine giderdim. Ali İsmail’in doğduğu topraklardaki cenaze evlerinde, genç ölüleri gömdükten sonra onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkan elbiseyi bir ağaca giydirirler. Hatay’ın en yüksek tepesine çıkardım sonra. Ali’nin elbiselerini oradaki bir ağaca giydirir, genç gövdesinden çıkacak yeni filizlere tanıklık etmek için beklerdim… Sabırla…
ERCAN KESAL

15 Nisan 2016

Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor. Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu.

Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekan ve zamandan kopalı yıllar oluyor. Bir kıza aşık olmuştum. Onu görmek için altı saat yol gerekiyordu. Bir sabah treni kaçırdım. Aşı olmaktan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz...

Az yedim, çok içtim. Hala içiyorum. İçki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım... Şimdiyse ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri işe yaramadı...

Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım... Bir psikiyatra tecavüz ettim. İsminin ve unvanının üzerinde yazdığı, masasındaki mermer parçasıyla. Hapse girdim. Çıktım. Hayat bitmedi. Piyano çaldım. Sattım. Benim adım Deacn Moriarty. 140'ı geçince direksiyonun üzerine yattım. Bagajına ceset sığdırabileceğim arabayı seçtim. Nargileyle sevişenleri seyrettim. Beş bin film seyrettim. Her şeyin farkına vardım. Farkına varılacak bir şey kalmayınca da "Sıradaki hayat gelsin!" dedim. Ne gelen var, ne de giden. Sadece Kinyas ve ben... Kendimi tanıyamadım. Zamanım olmadı. Binlerce dilim pizza yedim. Pepperoni ve siyah zeytinli. Benim adım Miss Piggy. Bütün hayatım boyunca kaçtım. Önüme okyanus çıktı. Daha ileri gidemedim. İçinde boğulmak istedim. Gözlerimi sahilde açtım...

Uyumadım. Pişman olmadım. Kendimden bile. Ben gerçektim. Dünyanın en gerçek adamı! Bana ait gezegen bulana kadar insanlara ve kendime zarar verene kadar devam edeceğim. Kayra, yolculuğunun parçaladığı hayatını toplayıp geri dönmelisin. Çünkü burada her şey var!.. Her şey var.