26 Aralık 2016

"Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi." 

Stefan Zweig

23 Aralık 2016

Charles Bukowski, Amerika’nın en büyük yazarlarından biri olmadan önce alkol problemi olan, yüzü sivilce izi dolu, mavi yakalı bir çalışandı. Rüyasında yaşamın tek düzeliğini bozman için yazı yazıyordu.

Bukowski, bütün edebi klişelerle dalga geçip tüm yazın dünyasına harikulade bir renk katmadan önce Amerika Posta Hizmetleri şirketinde çalışıyordu. Burada çalışmadan önce ise bir turşu fabrikasında işçi olarak hizmet verdi.

1969 yılında Bukowski 49 yaşındayken, yayıncısı John Martin, aylık 100 dolar yazarlık maaşı önerene kadar her gün işe gitmeye devam etti ve bu tekliften sonra işini bırakıp ölene kadar yazarlık yaptı.

Bukowski bu konuyla ilgili şöyle yazmıştı “İki tercihim vardı – ya postanede kalıp kafayı yiyecektim ya da yazarlığa terfi edip açlıktan ölecektim… Ben açlıktan ölmeyi tercih ettim.” Bukoswki, ilk kitabını John Martin’in yayınevinden çıkardı. Altı roman ve binlerce şiir yazdı.

9-5 mesaisi ile ilgili aşağıdaki mektubu da yazarlığa adım attıktan 16 yıl sonra yayıncısı John Martin‘e yazdı.

8 Aralık 1986

“Merhaba John,

Güzel mektubun için teşekkür ederim. Bazen, nereden geldiğini hatırlamak insanı acıttığını sanmıyorum. Nereden buralara geldiğimi biliyorsun. İnsanlar bunun filmini bile çekmek istedi veya bu konuda yazmayı da denediler, fakat tam anlamadılar konuyu. Diyorlar ki ‘Dokuzdan beşe kadar çalışmak.’ Asla bu, saat sabah dokuzdan akşam beşe kadar çalışmak değil. Bu gibi çalıştığım yerlerde öğle tatili yok. Birçoğunda mesai bile vermezler ve eğer bu konuda şikâyet edersen yerini alacak bir zavallı her zaman vardır.

Eskiden beri derim ki ‘Kölelik hiç bir zaman kalkmadı, sadece tüm ırkları kapsayacak şekilde genişletildi.’

Asıl acıtan da insanlığı kararlı bir şekilde küçülten de; bu kişilerin sevmedikleri işlerini kaybetmemek için ellerinden geleni yapıp, daha kötüsüne düşerim deyip, alternatif işe geçmekten korkmaları. İnsanlar kelimenin tam anlamıyla boşlar. Bedenleri İtaatkar ve korkak zihinlere sahiptir. Gözlerinin feri kaçar, sesleri çatallaşır ve beden, saç, tırnaklar, ayakkabılar, her şeyleri böyledir.


Genç bir adamken bu insanların bu şartlar altında hayatlarını adamalarına inanamazdım. Şimdi yaşlı bir adam oldum ve hâlâ inanmıyorum. Niye yapıyorlar bunu? Seks? TV? Aylık otomobil taksitleri için? Çocukları için? O çocuklar ileride onlar ne yapıyorsa aynısını yapmayacaklar mı?

Eskiden, ben daha çok gençken bir işten diğer işe atlarken bazen aptal gibi iş arkadaşlarımla konuşur onlara şöyle derdim ‘Hey, patron buraya her an gelebilir ve gelip hepimizi işten çıkarabilir, bunu hiç düşündünüz mü?’
Bana öylece bakarlardı. Onların zihinlerini sokmak istemedikleri bir şeyi anlatıyordum.

Şimdi üretim yerlerinde birçok toplu işten çıkarmalar oluyor (Çelik fabrikaları öldü, teknik değişti) . Yüzlerce, binlerce kişi işten atıldı ve hepsi de şaşkın bir ifade ile şunları söylüyor: ‘35 yılımı verdim. Bu doğru değil. Ne yapacağımı bilmiyorum.’ Kölelere hiçbir zaman yeterince ücret vermezler ki özgür olmasınlar. Ölmeyecek kadar ve işe gelecek kadar öderler hep. Bunu görebildim. Onlar neden yapamadı? Bar fedaisi olmanın ve bankta yatmanın da daha iyi olduğunu anladım. Onlar beni buralara atana kadar neden bekleyeyim?

Bu köle düzenine karşı gelmek için sadece yazdım ve yazıyorum. Boşa geçen ilk 50 yıldan sonra sözde bir profesyonel yazarım artık.”

21 Aralık 2016

Sarhoş ruhuma sabah saatlerine kadar dans ederek eşlik eden güzel kadın!
Tenin miydi kasıp kavuran bedenimi, çizgilerine varana dek hissettiğim avuçların mı?
Şişesinden ucuz bir şarabın büyüttüğü kırmızı gece gibi çoğaldım.
Mavi ve telaşlı

16 Aralık 2016

Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, kalabalıklar yüzünden yaşamaya karşı ne bir sevgi, ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen, her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren, gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları! Size bu ölü yaşamı hazırlayan "sermaye sahibi egemen sınıftır", bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir.

08 Aralık 2016

Bir insana, bir ölüm haberi nasıl verilik ki? Sırf ölüm haberi de değil, başka bir haber, güzel haberler mesala, gizli sevdalar. Hepsi aynı. Bir insana uyulan sevginin çaresizlikle kesiştiği anlar, hep aynı. Boşa konuşmak, aşkta da ölümde de, hepsi bir. Umut biter, sadece sözler kalır, kırık dökük, yaralı, tedirgin, gücenik. Hiç söylenmese de olacak, hiç söylenmese sonradan çekilen azapları da daha az olacak. Boşa söylenmiş sözlerin azabı, çoğu zaman, hiç söylenmemiş sözlerin azabından ağır. Bazen bir cevap olur, daha beter. Bazen bir bakış olur...

06 Aralık 2016

“…ölüm, bizden öteye dönük olan,
bizim aydınlatamadığımız yüzüdür yaşamın…
gerçek yaşam biçimi her iki
bölgeye uzanır, en büyük kan dolaşımı her ikisi boyunca…
Yapılması gereken burada bakılmış, dokunulmuş olanı, o daha geniş
Çemberin içine almak.
Gölgesiyle yeryüzünü karartan
Bir öbür dünyaya değil bir bütüne, bütünün kendisine…
Evet bizim ödevimiz, bu
Gidici, dayanıksız olan yeryüzünü öyle derin,
Öyle acıyla, tutkuyla kavramak ki onun özü “görünmez olarak”
Bizde yeniden dirilsin. Bizler Görünmez’in arılarıyız.
Çılgın gibi topluyoruz gözünüzün balını
Görünmez’in büyük altın kovanında biriktirip saklamak için

03 Aralık 2016

Hatırlamak bazen acı verir.  Bu yüzden hatırlanmak her zaman iyi değildir. Umutlu bir yarını beklemek, özlemek...Mor begonyalara şiirler yazmak istiyor insan...Bulutlara doğru yükselen asansörlerle değil, ağaçlara tırmanarak ulaşmak istiyor maviye.