15 Kasım 2014

Kazandıklarım bitti, yitirdiklerim kaldı. 
Söylediklerim yitti, dinlediklerim kaldı. 
Bir bilmek ülkesinin düşün-ili’ne vardım; 
Öğrettiklerim gitti, öğrendiklerim kaldı.

Özdemir Asaf
Ah'ım dallarında,
Kalemim darağacı
Aşk'ım ziyan
Varsın yediverenim açmasın

14 Kasım 2014

Sonbahar

Derdi nedir bu sonbaharın, 
Neden soldurur gülleri, 
Nereden bulur bu insanlar ben mutsuzken gülünecek şeyleri..
Tuhaflık bende biliyorum
Bir neden arıyorum unutmak için her şeyi. 
Unutmak için kendimi.. 

12 Kasım 2014

Kaymaklı Çocukluğum

Ben küçükken kaymaklı yada günümüz adıyla kremalı bisküviler çok revaçtı. Daha doğrusu çayın yanın da fakirin tek atıştırmalığı olsa gerekti. 2 katlı bisküviyi açar için de yok denenecek kadar az olan kaymağı sıyırıp başka bir kremalı bisküviyle birleştirmenin naif mutluluğunu yaşardık.

Şimdiler de öyle mi? kadınların bile parasını cebine koymanın verdiği geniş öz güvenle artistlik yapmalar, dünyayı ben yarattım "a*ına k***yım" seni sallayan mı var demeler vs.
Paranın geçmediği, sevginin ise karşılıksız olduğu bir dünya yok muydu? Veyahut o kaymaklı bisküvi hiç bitmese olmaz mıydı?

T.A.

Sırt Çevirmek

Sırtını dönmüş bir kadından daha hüzünlü ne olabilir? Sırt çevirmek diye bir deyim var ya Türkçe'de, işte o "senden artık umudu kestim, ben yokum, kendi başınasın" demek değil mi? Yapmasan böyle. Yüzüme baksan. Yüz yüzeyken seninle, üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey olmaz benim. Gözlerinin her hali, başımın tacı. Onların hüznüne ortak olur, kızgınlığına boyun büker, buğusunda varlığımı eritirim. Ama sen sırtını dönünce, sen sırt çevirince bana, mıknatıssız bir pusulaya dönüyor ruhum. Saçlarının bittiği yer, umutsuzluğumun kıblesi..

Hatırlıyorsun değil mi? Seviştikten sonra bile tahammül edemezdim sırtını dönmene. Kızardın sen de bana, 'ne biçim erkeksin' derdin. Böyle şeyleri kadınlar mesele yaparmış, öyle söylerdin. Olsun derdim ben de, öyleyse öyle. Karanlıkta göremezken bile onları, gözlerimin içine içine bak isterdim hep. Göremezdim ama orada olduklarını, orada olduklarını ve baktıkları yerin benim gözlerimin içi olduğunu bilmek nasıl da mutlu uyuturdu beni. Sırtınla bir sorunum yoktu elbette. Nasıl olsun? Dünyanın en güzel kürek kemikleriyle küsülür mü hiç? Ama benimki de bir tür fedakarlıktı işte. Gözlerin gözlerimden hiç ayrılmasın diye, kalan bütün uzuvlarını taparcasına seyretmekten feragat ediyordum..

Yüz çevirmek.. Evet evet, şu an bana yaptığın tam olarak bu. İyi de neden? Ve nereye? Tam arkandayım, ama galiba sonsuz bir mesafe çoktan girdi aramıza. Saçların dağılmış. İzin ver onları bari toplayayım. Hiçbir şey söylemeyecek misin? Gözlerini sabitlediğin rutubet yeniği duvar, nasıl canımı yakıyor bir bilsen. Sırtın dönük. Sırt çevirdin bana. Yüz çevirdin benden. Gidiyorsun.. Önüne atsam kendimi, gözlerini sabitlediğin terkedilmiş fabrika kalıntısı duvarla arana girsem işe yarar mı? Biliyorum hiçbir işe yaramaz. Kararlısın. Gidiyorsun. Gidiyorsun ve bu ; gitmeden gözlerini sabitlediğin hilkat garibesi duvarla, kaderimin ayrılmamacasına kesişeceğinin habercisi..

A.L.49

11 Kasım 2014

Gökteki Yıldızı Sayan Olur Mu


Gökteki yıldızı sayan olur mu
Benim gibi yara yanan olur mu
Benim böyle melul mahzun duruşum
O da gider yare ayan olur mu

Gökteki yıldızın üçü piyade
Yaşım küçük ama derdim ziyade
Gel sevdiğim derdimizi danışak
Görek kimin derdi daha ziyade

Gökteki yıldızın biri benim mi
Acep el eylesem yere iner mi
Kara yerin engelleri olmasa
Adam sevdiğinden geri döner mi
Ben, benim için ağlayan birini hayatta bırakmazdım.
İlhan Berk

08 Kasım 2014

Bir Garip Zeyin Dalı



Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile,
mesela, zeytin dikeceksin
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yani ağır bastığından…

Nazım Hikmet
Zeytinle iftar açıp, ağaçlarını yok etmek bunlara nasip oldu. Vicdan taş kesince ne perişan köylü kadınlar, ne madende yok olan genç adamlar...
Pavey
Kendimi bazen o kadar çaresiz hissederim ki bir yerlerde beni bulacak birinin var olduğu umuduyla sabretmeliyim diye düşünürüm. Muhakkak biri olmalı bu yüzden; bizi arayan, bizi bulmak isteyen, gözyaşlarımıza kayıtsız kalmayacak biri...

Biraz gözünüzü açın, biraz kulak kabartın, o saniyede çığlıkları duyacaksınız, acıları, iniltileri... Biraz sinenizi yoklayın, oradaki sızıyı hemen fark edeceksiniz.

Hepimiz başladığımız noktada sona erecek bir yolun salikleriyiz. Hasretten dizlerimizi karnımıza çekmiş bir halde inleyip durmamızın asıl sebebi bu!

Dücane Cündioğlu
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Hiçbir tabela mutluluğa ne kadar kaldığını göstermez. Yine de yola çıkmak gerek.

03 Kasım 2014

Deli Kızın Türküsü

yağmur yağar akasyalar ıslanır
bulutlar uçuşur gecelerin
ben yağmura deli buluta deli
bir büyük oyun yaşamak dediğin
beni ya sevmeli ya öldürmeli

yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
başlamalı yeniden
bu allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
yan garipliğine yürek yan
gitti giden..”

Gülten Akın

31 Ekim 2014

Evet dostum, son söz son sükut..
Ahir dünyaya yazacak, yaşanacak çok şey olduğunu düşünürken öylece boşlukta hareket bile edemeden kalırsın.
Nefes alman güçleşir, nabzının atmadığını bile düşünürsün. Su boğazında düğümlenir,  sabahlar olmaz. Peki sebep; "seni artık eskisi kadar sevmiyorum".
İşte bu kadar basit, kimin kime çekim gücüdür bu, neyin aşkıdır bu efendiler. Çiviler sökülmeye başlanmış. Yarin adı rafa kalkmış. Yeni bir balık oltanın tam ortasında. Olta avuçlarında. Haydi halaya. Haydi Ah'lar ağacına.
Her neyse, diplomasi krizi yaşamadan bu orospu hayattan siktir olup gidelim. 

Unutulmuş gibiyim ben.
Ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir.
Bilmem ki nasıl anlatmalı?
Yalnız bile değilim.

ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım da çiçekler açsın ruhunuz

Yaranı yok sayıp bastıramazsın, açılan boşlukları başka boşluklarla dolduramazsın. Kanayan yarayı pansumanla iyileştiremez, ameliyattan kaçamazsın. Sadece kendini avutur, zaman akarken her geçen gün daha fazla hissedersin. Yüzleşmek, kanayan yarayı kapatmak zorundasın, canın çok ama çok yansa da..

28 Ekim 2014

En Güzel Hikayem

itiraf etmek gerekirse,
benim de zaten hiç gücüm yok
yüzüm yok hiç umudum yok
ama bil ki; farklı bir hayaldi
işkenceydi bazen, bazen çok güzeldi
ama anlyorum sesinden
kurtulmuşsun sen
nokta konmuş, bitmiş.
en güzel hikayem


24 Ekim 2014

Duruyor Zaman

Her gün düzenli olarak sabaha karşı 05:35'de acı bir tatla uyanıp dünyaya, tekrar uyumayı denemenin verdiği mutsuzluk kadar yaşıyorum. Ardından 07:03 de çalan bir melodiye eşlik ederek uyanmak ise dünyanın hala aynı ivmeyle döndüğünü hissettiriyor.


23 Ekim 2014

Tesirsiz Parçalar

Söyleyeceğimiz çok şey var aslında. Ama üşeniyoruz. Ve çok sıkıldık. Önceleri müthiş bir hevesle acılarımızı paylaşacak insan ararken etrafımızda, şimdi kimseler soru sormasın istiyoruz. Sorduklarında ise yakınlık derecesine göre ‘hayat’ ya da ‘siktiret’ diye cevap verip susuyoruz. Söyleyecek şeyimiz olmadığından değil, söyleyecek çok şeyimiz var aslında ama bugüne kadar anlattıklarımız hiçbir işe yaramadığından konuşmak istemiyoruz. Duyarlılık istemiyoruz, şefkat, acıma, yardım v.s de umurumuzda değil. İstediğimiz tek şey sükunet. Durmadan ‘neyin var?’ diye sorular soran bir insandan daha kötü tek şey geliyor aklıma. Durmadan ‘neyin var ?’ diyen birden fazla insan.. İnsanların bize yapacakları en büyük iyilik çenelerini kapalı tutup aptalca sorular sormaktan vazgeçmeleri. Bize baktıklarında arkamızdaki duvarı gören insanlar istiyoruz çevremizde hepsi bu..

15 Ekim 2014

Gözlüklerini artık takmıyor musun?'' diye sordu bana. dışarıya bakarak "hayır" dedim. "e görebiliyor musun peki böyle?" diye arsız gibi sordu. "Yeterince çirkinlik gördüm, bundan sonra görmesem de olur. Hem ben bazıları gibi mutluluğu uzaklarda aramıyorum, yakınımdakiler yetiyor bana''

11 Ekim 2014

"Şafak kızıllığında, ateşli bir sabırla silahlanmış olarak gireceğiz o muhteşem kentlere"


Ağır Ölüm

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine "i" harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına

Pablo Neruda

08 Ekim 2014

Kobanê’yi savunmak ahlaki bir sorumluluk

IŞİD örgütünün Türkiye’ye saldırdığını, kendilerinden olmayan herkesi katlettiğini, kadınlara, kız çocuklarına tecavüz edip, kaçırdığını, erkekleri toplu halde idam ettiğini düşünün, ne yapardınız? Yezidilere Şengal’de uygulanan etnik temizliğin burada size karşı uygulandığını varsayalım, örneğin İzmir’de. Toprağınızı, canınızı ve onurunuzu savunmaktan başka bir çareniz var mı? Katliamcı bu zalim örgüte karşı Kobanê halkı da tam olarak bunu yapıyor, varıyla yoğuyla, dişiyle tırnağıyla dünyanın dört bir yanından gelmiş radikal teröristlere karşı bölgedeki son özgürlük alanını korumaya çalışıyor. Dolayısı ile bugün Kobanê’yi savunmak kendisine insanım diyen herkesin ahlaki sorumluluğu, bizim de.

07 Ekim 2014

#DirenKobane

Kalk yatağından,
Kalk türkü bardaki içki sofrandan!
Kardeşler'in öldürülüyor 
Susma 
Birşey yapamıyorsan sokağa çık!
Sesini yükselt !
Biz bin yıldır Türkün dostu olduk,
Şimdi uluslararası bir güç bize topyekun savaş açtı,
Bir kere dost olduğunu kanıtla kürde...!
Bir kere kardeşlik palavrana inandır bizi..!
Zaman susma zamanı değildir...
Bırak işi gücü
Bırak aşkı kadını
Bırak dünya telaşını 
Çocuklar katlediliyor 
Kadınlar satılıyor !
Sokağa Çık ‪#‎kobane‬

06 Ekim 2014

Pek Yakında

Beklentilerinizi her zaman küçük tutun ki, hayal kırıklıklarınız da o kadar az yara alsın. 



Bu koşuşma hiç mi durmaz
Aşık olsam kimse duymaz
O çölde senden başka gül açmaz, gül açmaz
Neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz, yazan çıkmaz

Güller sayılı hiç şaşmaz
Akar gider soru sorulmaz
Senin yerine hiç kimse dolduramaz, dolduramaz
Neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz, yazan çıkmaz

Bugünlerde geçmişimle yüzleştim,
Aklı başında biri yok hayatımda
Her yeni günden ne çok şeyi bekledim
İlerisi karanlıktı çözülmedim, çözülmedim

Bu koşuşma hiç mi durmaz
Aşık olsam kimse duymaz
O çölde senden başka gül açmaz, gül açmaz
Neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz, yazan çıkmaz
Mazhar Alanson

05 Ekim 2014

Bisiklet



Pedalı çevirdikçe yanağına değen rüzgardır hayat,
Daha hızlı çevirdikçe pedalı, tüm hücrelerinde hissettiğin o ılık rüzgardır, 
Geri de bıraktığın kırgınlıklara bakmak ise en büyük eylemdir.
Oysa ki; İki teker üstünde kurduğun denge kadar kolay değildi hayat.
Çevirdikçe pedalları yüreğinde bir yeşil ferahlığı, derdini elemini yüklediğin pedallar ise günah keçisi, çevirdikçe azalacak..
T.

Aşkın Dokunulmazlığı

İnsan âşık olduğunda hayatı değişir. Zaman sonsuz bir an'a bölünür. Dünya yörüngesinden çıkar. Tabiatın gergefi çiçeklerle bezenir.
Tesadüfler domino taşları gibi art arda dizilir. Devrilmesi için bir bakış, bir öpücük yeterlidir.
İşte bu yüzden her âşık Tanrı'ya müteşekkirdir.
İnsan âşık olduğunda şehir değişir. Aklı kalbine yenilir, mutluluk kederi öldürür, sevgi var olmayan bir ülkeden çıka gelir.
Çirkin kaldırımlar yağmurla ıslanmıştır, balık pulları gibi parlar. Binalar, gökdelenler kötü birer hatıra gibi silinir.
Yollar nehirlere, üst geçitler taş köprülere, viyadükler kırlara dönüşür. Yorgun insanlar gülmeyi öğrenir. Günaydın güzel sözcüktür. Sık söylenir. İşte bu yüzden her aşık devrime biraz müteşekkirdir. 
İnsan aşık olduğunda varlığı değişir. Renklerin sesini duyar, sözcükleri görür, notaların tatlarını alır. Elini toprağa sürse rengârenk çiçekler açar. Göğe baksa birkaç yıldız yanı başına düşer. Sadece âşıkların görebileceği bir haleyle sarıp sarmalanır. Kötü sözler, kıskanç bakışlar yara açacak dokunuşlar değmez aşığa. Ne geçim kaygısı ne işsizlik, ne de hayal kırıklığı.
Hiçbiri geçemez o çemberden. Nerede olursa olsun, uzun bir yolda yürür gibidir mutlulukla, işte bu yüzden her âşık biraz dokunulmazdır.

03 Ekim 2014

Çırpınıp da şan ovaya çıkınca
Eğlen şan ovada kal acem kızı

01 Ekim 2014

Hayal kırıklığı insanı öldürmüyor! yalnızca, yaşama azmimiz bir parça eksiliyor; başka bir şey olmuyor… bir defa daha ayağa kalkana kadar, eskisi gibi gülmeye başlayana kadar, günlük işlerin hengamesine tekrar dönene kadar, bir vakit bocalıyoruz. sonra yara izi gibi bir şey kalıyor… zamanla kabuk bağlıyor. elin hep oraya gidiyor; kaşıyorsun… insanın, diliyle eksik dişini yoklamasına benziyor. sonra kaşımamayı, yoklamamayı öğreniyorsun. hepsi yalan tabii… inanma! ben daha çok gencim.

28 Eylül 2014

Selamlar olsun
Şerefine kalksın bütün kadehler
Selamlar olsun
Çok yaşasın yaşasın yaşasın
Hep yenilenenler

27 Eylül 2014

Uçurtmamın ipini avuçlarının arasından bıraktığında, 
Bulutlara doğru ağır ağır giden boşlukta ben olduğumu gördüm,
Üstelik yaşım hala 19..
“Söyledim miydi sana
Bir düş olduğunu onun, ödünç aldığım
İki beklenti arasında bir düş
Onunla en yakınken uzanıyorum senin yanına
Onunla iç içeyken sarılıyorum sana
Çekilince ondan özlüyorum seni
Çünkü sen
Sen benim sevmemin başlangıcısın olsa olsa.”

Edip Cansever

25 Eylül 2014

Bir Garip Neşet'im

Gözyaşı seldi dediler
Ölürken güldü dediler
Haberi geldi dediler
Neşet'im öldü dediler
Vay  dünya vay

Seni bilmeyen nesle de, yare de aşina değiliz büyük üstad.

24 Eylül 2014

Sen aydınlatırsın geceyi

Yarayla alay eder yaralanmamış olan. 
Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden. 
Sen çok daha parlaksın çünkü… 
Sen tüm göklerdeki yıldızların ilki, 
Sen aydınlatırsın geceyi


Boşversene biz aşık olmayalım birbirimize. Konserlere gidelim, maça gidip küfür edelim, uçurtma uçuralım, kumsalda uzanıp deli gibi içelim, gece yıldızlara bakabiliriz, bisikletle gezerken yağmur yağsın sırılsıklam olalım... Benimle kek yap, balık tutalım sonra tekrar denize atalım boşver aşık olmayalım biz... Aşk korkutucu... Beraber eğlenelim en iyisi... Ama hep benimle uyu...

Can yücel

Lal'ım

İyi ol dediler, kötü nasıl olunur bilemeden iyi misin dediler. Bir kere bile gerçekten nasılsın demeden...

Tirbüşon derine girmeyi, mantar sığda kalmayı marifet sanar.
Şarap biter, mantar delik deşik, şişe kırık dökük kalır. Tirbüşona vurursun, ölmez. Vursalar ölmem diyebilmek de hiç kolay olmuyor!..
Bu ilişkinin mayasında aşk, fıtratında ayrılık vardır.
Arkadaş, böyle ayrılığa da şarap mı dayanır!


"eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş 
şimdi de var biliyorum 
bir seviniyorum düşündükçe bilseniz 
dağlarda geyikli gecelerin en güzeli... 

hiçbir şey umurumda değil diyorum 
aşktan ve umuttan başka "
bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı 
belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor"

Turgut Uyar

21 Eylül 2014

Onun Yolu

O bu yolu daha yürüyecek çok
Kalbini dolduracak kelebeklerle
Büyütecek ruhunu, öğrenecek çok
İspat edecek kendince yolunu
Ok yaydan çıkıp yeniden onu vurduğunda
Acının diri dönüp dolaşıp kalbine saplandığında
Korurum, saklarım, sararım seni hep avucumda
Zaman, mekan, mesafe yokmuş aşıklar arasında
Aşkın efendisiylemiş ilk dansı
Ayrılık perisi siler göz yaşlarını
Uzak diyar masallarına sevdası
Kendi seferi kendi rüyası

16 Eylül 2014

Şans ve Tanrı

Tanrı'ya bir gün işiniz düştüğünüzde ve bir rica da bulunduğunuzda bunu yerine getirdiyse şanslısınız.
Yıllar sonra yine aynı Tanrı bu dileğinizi kötüye kullandığınızı görüp, aynı dileğinizi defalarca yaşamanızı sağlıyor ise aranızın artık bozulmuş ve bir özrü hak etmiş olduğu anlamına gelmiş demektir.
Şansınızı tanrıya bırakmayın. Kendi tanrınız, kendi şansınız olun! Zira aynı hislere sahip olmayabilirsiniz.

12 Eylül 2014

12 Eylül Utancı!

Sis yağar birden, yiter deniz / Kör kalır bu kent, ağlarken kendine / Kim bilir? Nasıl yapar insan? Niye? /.../ Kör kalan bu kent ağlar mı kendine? / Sor o gün: Nasıl yapar insan? Niye?

07 Eylül 2014

Ölümler



Bir yanımız yoksulluk, yoksunluk, perişanlık. Bir yanımızda parmak uçlarımıza değdiğinde bizi yakıp kavuran, yüreklerimizi dağlayan hayatlar. Varlıkla yokluk arası bir yerlerde yaşayan, yaşatılan; var oldukları ancak öldüklerinde anlaşılan insanlarımızın paramparça hayatları. İçli ağıtlar gibi yükselen, bir bozlak gibi hüznü havalandıran gariplerin, garip kalmışların kırık dökük serencamı. Zenginliğin küstahlığında, mal biriktirmenin sevdasında görünmeyen, görülemeyen hikâyeler. Modern zamanların kıyısında yaşamak için kendine yer açmaya çalışan garibanların, mazlumların boğazımızda acıdan bir düğüm bırakan hikâyeleri. Nefesimizi kesen, nefesimizi boğamıza tıkayan hikâyeler. Yalnız öldüklerinde haberdar olduğumuz, paramparça yaşamlar. Kazanma hırsına kurban edilen garibanlar.

Bir yanımız yalancı cennet. Bir yanımızda zenginliğin, şatafatın, müstağniliğin, kibrin, gösterişin, görkemin, tuğyanın insanlığını ezen, insanı yok eden dünyası. Nefsini ilahlaştıranların, egosuna tapanların kendilerini tatmin için, kendi dışındaki her şeyi silip süpürdükleri, insani bütün değerlerin üstünden buldozer gibi geçtikleri bir dünya. Çılgınca tüketme, hudutsuzca bir yağma. Doymak bilmeyen bir iştiha. Doymayan, doyurulamayan bir muhayyile.

Bir zamanın iki ayrı yakası. Aynı zamanı iki ayrı yakada yaşamanın acımasız ikilemi. Birileri zamanın imkânlarından, avantajlarından, siyasetin rantından dibine kadar faydalanıp elini ılık sudan soğuk suya vurmazken, birileri evine alın teriyle ekmek götürebilmenin kavgasında. Sigortasız, güvencesiz, gözünü para hırsı bürümüş patronların insafına bırakılmış işçiler bir tarafta. Diğer tarafta sınırsızca kazananlar, sınırsızca harcayanlar, şımaranlar, müstekbirler, müstağniler... Ne derin bir ikilemdir ki zenginlerin görkemli, gösterişli hayatları, evine helalinden ekmek götürmek için çabalayan garibanların alın teri ve kanları üzerinde yükseliyor. Yoksulların hayatı üzerinden neşv-ü nema buluyor zenginlerin dünyalıkları.

Her gösterişli, şatafatlı, pahalı nesnenin altında yoksulların, garibanların, yoksul bırakılmışların gözyaşı, kanı, emeği var. Mısırdaki piramitlerden tutun da günümüzdeki rezidanslara, dev gökdelenlere kadar. İçinde huzurla dolaşılan Modern Dünyanın mabedi alışveriş merkezlerinin harcında işçilerin, amelelerin, parası gasp edilen emekçilerin çilesi var. Daha yüksek paralar kazanmak, doymayan gözünü doyurmak için işçisinin yevmiyesinden çalanların çevirdikleri dümenlerle yükseliyor bu betondan mabetler. Ruhu olmayan, ruhaniyeti olmayan çağdaş put haneler. İnsanlığı esir alan betonlar. Evet, bu betonlar zamanımızda sonradan görme muhafazakârların yeni mabetleri haline geldi. İslam'ın O muazzam ruhu betonlara gömülüyor, üzeri örtülüyor Muhammedi ruhun. Bir taraftan göklere yükselirken insan, diğer yandan insanlık yerin dibine, yerin derinliklerine batıyor.

Türkiye'nin her yerinde yükselen kibir abideleri. Kibir kuleleri. Şehirlerimizi esir alan bir hırsın eseri binalar. İstanbul'un güzel yüzüne atılmış jilet gibi duran gökdelenler, İstanbul'un siluetini bozan kuleler. Tevazuu, inceliği, alçak gönüllüğü yok eden, dünyaya isyan edercesine göğe yükselen yapılar. Trilyonluk evler, meskenler. Saray yavrusu konutlar. Kaprislerin yüceltildiği, kaprislerin altınlaştırıldığı oteller. Evlerin, otellerin, sitelerin etrafında kalın duvarlar, kalın surlar. Güvenlik çemberleri. Bunların yanı başında barakalar, teneke evler, naylon çadırlar, bekâr odaları. Nemli, soğuk, karanlık odalar. Odalarda kederden örülü, dertten müteşekkil gençler. Odalarda, barakalarda, çadırlarda hayatın acımasızlığı. Daha acısı ölümün soğuk yüzü odalarda, barakalarda, çadırlarda. Ölümün soğuk yüzü her türlü güvenlik önleminden yoksun dev rezidans inşaatlarında.

Evet. Garibanları, yoksulları, işçileri, emekçileri alınlarının teri kurumadan yakalayıverir ölüm. Bazen Tuzla'da tersanelerde, Çağlayan'da tekstil atölyelerinde kot taşlarken bazen de bir rezidans, apartman inşaatında. Kozan'da, hayatın kaynağı olan suya kurban verilir işçiler. Hayatı canlandıran su, gariplerin hayatını bitiren bir cellâda dönüşür. Bir ölünür, on ölünür, yüz ölünür. Hep ölünür, biteviye.

Ölüm, iliklerimize işleyen soğuklarda, dışarıya çıkmaya cesaret edemediğimiz soğuklarda, naylon çadırda hiç uyuyamadıkları uykuya yatan on bir işçiyi yakalar Esenyurt'ta. On bir can, on bir hayat kayıp gider. İstanbul Mecidiyeköy'de bir rezidans inşaatının asansöründe yakalar bazen de. Yine geçip gider on hayat. Geçip giderken zaman unutuluverir on can. İşçilerin kanı üzerinden yükselir modern medeniyetin tapınakları. Bir avuç seçkin mutlu olsun diye düşer ölümün kıvılcımı yoksulların evine, yüreğine.

Çoluk çocuk, eş dost sıcak AVM'lerde dolaşıp kapitalizme kan pompalarken birileri, işçiler bir naylon çadırda, bir rezidans inşaatında umutlarına, yoksulluklarına, gurbetliklerine sarılarak uyurlar. O uykuyu bile çok görür bazen felek. Bir elektrik sobasından çıkan yangınla kül olup gider bütün umutlar, bütün emekler. Bir arızalı asansörde yakalanıverirler bazen garibanlar. Avuç dolusu paraların döküldüğü dört duvar arasında ölür işçiler. Kanlarından karılır harçlar. Kaybolup gider insanlığımız. Kaybolup gider insanlık bir avuç zenginin kazanma hırsında. Doymayan nefis, doymayan iştiha esir alır hayatı. Her dem kurban edilir yoksullar, garipler sonsuz kazanma, sahip olma cinnetine.

Ölümler gelir. Tedbirsizlikten, masraftan kaçmaktan, güvenlik önlemleri almamaktan. Kader denir, timsah gözyaşları dökülür. Allah'ın takdiri denir. Her nedense Allah'ın takdiri hep yoksullar, garipler, yersiz yurtsuzlar üzerinde tecelli eder. Zenginlere, tuzu kurulara uğramaz bu tecelli. Üç beş kuruş tazminata tahvil edilir genç bedenler. Ya da iktidarlar bu tür ihmalkârlıklar için aleyhimizde kullanılan münferit olaylar, abartılmasın derler. Ateş yine düştüğü yeri yakar. Kimse üstlenmez sorumluluğu. Bu lanet çevrim uzar gider.
"Bazı günler uyandığımda hangi günde olduğumuzu bir türlü hatırlayamıyorum. Pazartesi, perşembe, pazar insanın hayatında günlerin bir anlamı olmalı. Hafta yedi ayrı gün değil de üç gün olsaydı ne değişirdi hayatımda? Ya da saatin kaç olduğu hangi günde olduğundan daha mı önemli? Bilmiyorum.."

"Alarmı icat eden adam insanların beş dakika daha uyumak isteyeceğini nereden biliyor? Çünkü kendide beş dakika uyumak istiyor."

26 Ağustos 2014


O sizi çok üzse de O’nun yanında olmak istersiniz.. O size korkunç bir şey yapsa da O’nun kollarında teselli bulmak istersiniz.. Birini çok sevdiğinizde; Size bin kere de yalan söylese Yine de herkesten çok O’na inanmak istersiniz… 

- Tuncel Kurtiz
Şunu da bir iyi belle: Benim için çok mühim olan, sana aşık olmak veya aşık olmadığımı bağırıp yırtınmak değildir. Aslolan, seni kırmamak, üzmemek, kaybetmemektir. Anladın mı canım?”

Ahmed Arif

24 Ağustos 2014

Seni Eskisi Kadar Sevmiyorum

Kalbim bir kuyunun dibindeki suda nefes almaya çalışan bir gariban, yukarı tırmanmaya çalışıyor..ama ne yapsın? kuyunun duvarları düz..kuyunun duvarları ıslak.



18 Ağustos 2014

Üvercinka

Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil