10 Eylül 2013

Uyuma ya konuşalım diyen birisi varsa hayatınızda, onu sevginizden öldürün..

08 Eylül 2013

Evlilik Üzerine..

Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için.. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da...

Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan geçiyor. Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan... Nedir bu dayatmalar? Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi...

Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına 'höt' dediğinde oturmalı kadın... Ya da yumuşatıyorlar. Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı...

Eğitimde de böyle.. Kadının çok okumuşu bilmişi olur muymuş, evde kalmakmış layıkı....

Esim benden 2 yas büyük; ne 'höt' dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü... Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti.' Ooo Can bey kapmışınız çıtırı ' esprilerine muhatap dahi oldum. Eşim üç üniversite bitirdi; ben bir taneyi 9 senede bitirdim..Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...

"Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır" der Halil Çibran...

Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi,ben dinlerken o konuştu 17 sene. O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o " haklısın bir tanem..." dedik, Öfke bitip fırtına durulduğunda " ama bi de böyle düşün " de dedik fikrimizi savunurken. Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, aynı amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta...Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon , kim bu saatte arayan karsı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven' ve güvenin ardına saklanmış bir 'saygı' vardı daima... Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede... Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yasayacaktık... Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bir gece, misafir odasında... Gece yarısı kapı açıldı, eşim; 'Ne yapıyorsun burada?' diye sordu. Kapının eşiğinden, 'uyuyorum' dedim buz gibi bir sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı, elinde yastıkla... 'kay yana' dedi daracık yatakta. 'ne yapıyorsun?' dediğimde 'benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim' dedi...

Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yatma saatine kadar sürecek... Ve bence doğrusu da bu... Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç... Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...

Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift olacaktık o listede... Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Ne de olsa bizim oyunumuz du oynanan... Evlilik; hesapsız içine alınması gereken bir oyun bence... Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle... Sadece gönlünüzden geçtiğince...

Dediği gibi Ataol Behramoğlu' nun ; ' Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır. Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..."

CAN DÜNDAR

06 Eylül 2013

Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların buselere sağır... Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım. 
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için... Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi... Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki "açık" biletle mecalsiz bekleşiyoruz. Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım. Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... mecburi rollerimizden... 
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya.... 

Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla... Uşşak makamında...
Can Dündar

05 Eylül 2013

Öğrenci olarak Devrimci mücadeleye katılmak, Mustafa Kemal'in bize yüklediği bir görevdir.
Deniz Gezmiş 
23 Aralık 1969

04 Eylül 2013

Kırmızı Vosvos

Kırmızı Vosvos az ötede duruyordu. Gökyüzünde tek yıldız yoktu.

“…küçükken kırmızı Vosvosları sayıp fal tutardı. Galiba gündüz 
doksan dokuz tane kırmızı Vosvos sayıp, gece de yatmadan on 
tane yıldız sayarsan dileğin gerçekleşiyormuş. Ne acayip bir fal, 
şimdi kimse tutamaz, kırmızıyı bırak, o kadar Vosvos kaldı mı yollarda?”
Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylül'sem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozaik gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.

Edip Cansever

03 Eylül 2013

Harun:       İyi misin abi?
Behzat Ç.: Saçma sapan konuşma la!

01 Eylül 2013

Ateşi gözlerinden almıştım

Eylül senle birlikte yağmurları da götürdü
Küle dönerim
Gözlerin zülfün telinden bir tuzaktı
Kınından çıkmış pusuda bir bıçaktı
Ellerinin suskun soğukluğunda
Bozkır çalıları gibi kararıp kaldım ara yerde
Tutunduğum dağla sustum
Dağ gibi sustum
Artık tamamlanmıştır yalnızlığım
Düşlerimin uçuruma sürüklendiği yerdeyim
Şimdi yanımda olsan
Ellerin gezinseydi alnımın sürgün çizgilerinde
Acılarım böyle koymazdı bana
Sevinç şarkıları terketmezdi
Keder denizinde boğulmazdım
Kalbim; buz dağı
Sen yanımda olsaydın üşümezdim
Yüreğimin gün gören yerinde gül büyüteceğim
Bir gülümsemeyle yüzüme taşıyacağım
İki damlacık kirpiklerime tırmanacak sevinçten
Ne iyi etmişim diyeceğim
Doğacak günü beklemekle
Ne iyi
Gök gözlerinde halaya dursun diye kırlangıçlar
Kederi ve kahrı bir su iştahıyla yenerek
Yeşertsin diye bu yürek
Güneşli bir günde bekleyeceğim gelişini
Güneşli bir günde

Renkler

Renkler Kahverengi, adı üstünde,
Kahvedir.
Ağaçlar kahverengidir aynı zamanda,
Ve ahşap kahverengidir, toprak,

Sarıdır bazı çiçekler,
Ki en güzelleri bence,
Sonbaharda yapraklar,
Ve kızgın öğlen güneşidir,

Kırmızı her şeyden önce,
Kanın rengidir.
Ve kan bana hayatı hatırlatır,

Yeşil bir başkadır.
Çimen kadar uysal,
Yaprak kadar güzel,

Beyaz barış kadar buluttur,
Huzur kadar pamuk.
Boş bir sayfa kadar boş.

Gri, sadece adıyla bile,
Kasvete sürükleyebilir beni,
Yağmur bulutları gibi,
Ve arka sokaklar kirli,
Ve beton rengi,
Ağlamaklıdır gri.

Siyah karanlıktır sadece.
Karanlık ışıksızlıktır.
Işıksız olmaksa,
Hiçbir şey olmasa bile,
Özgür olmaktır bence.

Mavi tüm renkler arasında,
En sevdiğimdir benim.
Sağında göremezsin,
Solunda da.
Ama başını kaldırınca yukarı,
Masmavidir gökyüzü,
Ve altında deniz varsa,
Gökten de mavi,
Hayat güzeldir işte.
Diyarbakır - Sanat Sokağı

Dünya Barış Günü

Çocuğun gördüğü düştür barış, annenin gördüğü düştür barış,
ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;