30 Nisan 2016

"Önce kelime vardı" diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimeden önce de yalnızlık vardı ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti. Yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde kayboldu...

26 Nisan 2016

Bir düş düşlersin ve içine kahramanlar koyarsın. Bu kahramanlar senin yanında yer aldığın savaşta bazen kaybeden olur. Sonuç olarak birlikte kaybetmiş olursunuz. Takım olmak gibi. Düşlerimde artık ne bir kahraman var ne de takım olup yürütebileceğimiz bir savaş. Savaşlar ölümlerle sonuçlanıyor hem.

Birine dokunmak onu sevmek miydi?
Hayır!
Ne istiyoruz peki? Ne bekliyorduk adil olmayan bu dünyadan...
Ucuz olan şarap şişesini mi? Hıç kırılmayacak olan bir kalbi mi?

24 Nisan 2016

Sırf başlayıp bitirebildiğim bir hikayem olsun diye. Bıktım ardımda yarım kalmış hikayeler taşımaktan. Çünkü bizzat ben yarım kalmış bir niyetim. Anlamlarını bilmeden sevip dinlediğimiz şarkılar var ya, işte biz böyleyiz. Sesin kıvrılıp büküldüğü yerde ıslanıyor gözlerimiz. Nedenini soruyorlar bilemiyoruz, kimseyi ikna edemiyoruz...
Keskin bir Mürefte şarabı gibi dağıldım yine.

Ne çabuk dağılıyor benim düşüncelerim...
Ne kolay yıkılıyor inançlarım..
Ne kadar sık değişiyor benim kararlarım...
Ben herşeyi ne kadar çabuk unutuyorum...
Ben herşeye ne çabuk alışıyorum...

18 Nisan 2016

Tanıklık

Mecburi hizmet sırasında şahit olduğum onlarca ölüm vakasında, savcının cesedi teşhis için çağırdığı kişinin yüzüne bakardım ister istemez. Yüzlerinde, bir görevi yerine getirmenin sessiz baş eğikliğinin yanı sıra, öleni son kez görmenin merak ve acısının da birleştiği o tuhaf resmi görürdüm hep.
Bir tarihte, göstermelik de olsa, 12 Eylül faşist cuntasının başı Kenan Evren mahkemede ifade verdi. Müdahil avukatlardan biri, bir fotoğraf göstererek şahsı tanıyıp tanımadığını sordu. Evren, başını 'hayır' anlamında iki yana salladı. Aslında beklenen ve olması gereken bu değildi. Evren, fotoğrafa dikkatlice bakarak ve hiç gözlerini ayırmadan şunları söylemeliydi: “Bana gösterdiğiniz fotoğraftaki kişiyi tanıyorum. Kendisi 17 yaşında bir çocuktur ve adı Erdal Eren’dir. Başında olduğum Milli Güvenlik Konseyinin onayıyla ve yaşı büyütülerek asılmıştır. İdam ederek öldürdüğümüz 50 insandan biridir.”
Aynı duruşmada bir başka avukat kanlı bir fotoğraf gösterdi Evren’e. Evren, yine hiçbir şey söylemedi, önüne baktı. Fotoğraftaki kişinin yakınlarının yüzlerine bakamayacağını biliyorum; lakin şunları söyleyebilirdi pekala: “Bana gösterdiğiniz fotoğraftaki ceset Süleyman Cihan’a aittir. Gözaltına alındıktan sonra elleri kelepçeli işkencede öldürülmüştür. Darbeden sonra yıllarca, gözaltında ya da işkencede öldürülmesine göz yumduğumuz yüzlerce insandan biridir.”
Bir başka duruşmada ise, Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz, elinde oğlunun fotoğrafıyla adliye salonuna girdi. Sanıklara "nasıl kıydınız Ali’me? Siz çocuklarınızın yüzüne nasıl bakıyorsunuz?" diye sordu.
Anne Korkmaz, elindeki oğlunun çerçeveli büyük fotoğrafını, ifade veren sanık polisin suratına tutup, "Oraya değil buraya bak, “çocuğum var” derken gözlerimin içine bak" dedi.
Savcı, Ali İsmail’in masum bedeninin yatırıldığı soğuk mermerlerin başına teşhis tanığı olarak kimi çağırdı bilmiyorum. Ali’yi acımasızca döven polisleri çağırmamıştır kuşkusuz. Çünkü sanık polisler Ali İsmail’i tanımadıklarını söylediler. 
Orada olsaydım, mutlaka morga gider, savcıyı bulurdum. Mermer masanın yanında beklerken, yavaşça uzanır, Ali İsmail’in elini tutardım. Usulen değil, tüm kalbimle yemin ederek tanıklık yapardım: “Gösterdiğiniz genci tanıyorum. Adı Ali İsmail Korkmaz’dır. Kardeşimiz olur. Sıcak bir Haziran gecesi eli sopalı ve silahlı katiller tarafından dövülerek öldürülmüştür. Bu durum içimizi yaksa da bizim için anlaşılmaz değildir. Çünkü “egemenler iktidarlarını ortak bir öldürme suçunun üzerine inşa ederler.” Onları bir arada tutan suç ortaklığıdır ve onları bizden ayıran şey bizi birleştirecektir. Her şeyin farkındayız. Çöküş dönemlerinde kurban sayısı artar ve bu yüzden Anadolu’da, “zulmün artsın ki tez zeval bulasın” denir.”
Sonra Hatay’a, Ali’nin memleketine giderdim. Ali İsmail’in doğduğu topraklardaki cenaze evlerinde, genç ölüleri gömdükten sonra onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkan elbiseyi bir ağaca giydirirler. Hatay’ın en yüksek tepesine çıkardım sonra. Ali’nin elbiselerini oradaki bir ağaca giydirir, genç gövdesinden çıkacak yeni filizlere tanıklık etmek için beklerdim… Sabırla…
ERCAN KESAL

15 Nisan 2016

Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor. Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu.

Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekan ve zamandan kopalı yıllar oluyor. Bir kıza aşık olmuştum. Onu görmek için altı saat yol gerekiyordu. Bir sabah treni kaçırdım. Aşı olmaktan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz...

Az yedim, çok içtim. Hala içiyorum. İçki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım... Şimdiyse ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri işe yaramadı...

Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım... Bir psikiyatra tecavüz ettim. İsminin ve unvanının üzerinde yazdığı, masasındaki mermer parçasıyla. Hapse girdim. Çıktım. Hayat bitmedi. Piyano çaldım. Sattım. Benim adım Deacn Moriarty. 140'ı geçince direksiyonun üzerine yattım. Bagajına ceset sığdırabileceğim arabayı seçtim. Nargileyle sevişenleri seyrettim. Beş bin film seyrettim. Her şeyin farkına vardım. Farkına varılacak bir şey kalmayınca da "Sıradaki hayat gelsin!" dedim. Ne gelen var, ne de giden. Sadece Kinyas ve ben... Kendimi tanıyamadım. Zamanım olmadı. Binlerce dilim pizza yedim. Pepperoni ve siyah zeytinli. Benim adım Miss Piggy. Bütün hayatım boyunca kaçtım. Önüme okyanus çıktı. Daha ileri gidemedim. İçinde boğulmak istedim. Gözlerimi sahilde açtım...

Uyumadım. Pişman olmadım. Kendimden bile. Ben gerçektim. Dünyanın en gerçek adamı! Bana ait gezegen bulana kadar insanlara ve kendime zarar verene kadar devam edeceğim. Kayra, yolculuğunun parçaladığı hayatını toplayıp geri dönmelisin. Çünkü burada her şey var!.. Her şey var.
Gitmek istersen yol senin 
Kalırsan eğer buram senin 
İçimde bir sıkıntı var 
Derdim büyük ama bilirim ki 
Kimi beklersen onu ararsın 
Kimi istersen onu bulursun 

Yanında...

07 Nisan 2016

-Yazarım sana!
Yazma! o zaman bekliyor insan...
Ee buraya çok az insan geliyor, çok insan gidiyor.
Kalanlar da bekliyor... ama bazen çok uzun bekliyor...
Yani mesela zannediyosun ki; bi yoldan birisi gelecek boş uzun bir yol devamlı ona bakıyorsun...
Sonra hiç kimse gelmiyor...
Yazma arkadaş!

06 Nisan 2016

Birşeylerin düzenli olarak yolunda gitmesini beklemek, hayattan beklediğimiz bir bencillik miydi?
Rutin bir hayat mutluluk verir miydi ki?
Evet, aksilikler de bazen heyecan verir. Kan basıncınızı artıracak onca neden varken. Sevişin bre dostlar, endorfin salgılarsınız. Diğer türlüsü mide kramplarına neden olabilir.


03 Nisan 2016

İnanmak istediğim herşeye inandım bugüne kadar,
Sonunda öleceğimi, sonunda kanayacağımı bildiğim halde.
İstediğim her şeye inandım.
Birşeyleri elde etmeye çok yakın hissettiğimde de kaybettim..

02 Nisan 2016

Mutluluk ve zevkten kendilerinden geçmişçesine dans ediyorlardı sokaklarda, bense ilgimi çeken insanlar söz konusu olduğunda hep yaptığım gibi peşlerinden sürükleniyordum, çünkü benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir, yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, “vay canına!” dedirten o muhteşem sarı patlayıcılar gibi yanan, yanan, yanan insanlar.


01 Nisan 2016